Addio a Diva

FAREWELL A LA DIVA TURCA

LEYLA GENCER DIES AT HER HOME, VIALE MAJNO 17A IN MILANO ON MAY 10th, 2008





2008.05.12 – MILANO
SAN BABILA CHURCH

Funeral Ceremony in Milano was held in Church of Babila in Milan. After the cremation at Lambrate Cemetery, her ashes taken to Istanbul.


2008.05.15 – ISTANBUL

ATATÜRK CULTURAL CENTER

Photos © IFCA / EZGİ GÖKSU ÖZTÜRKMEN, Istanbul
Photos © IFCA / ILGIN ERASLAN, Istanbul
Photos © IFCA / MUAMMER YANMAZ, Istanbul
Photos © IFCA / MUSTAFA DENİZ SEVEN, Istanbul
Photos © IFCA / PELİN ERDOĞAN, Istanbul


2008.05.16 – ISTANBUL
LAST VOYAGE ON HER BELOVED BOSPHORUS
 
On the banks of the Dolmabahçe Palace, the Orchestra and Chorus of the Istanbul State Opera were lined up, conducted by Maestro Rengim Gökmen, with a large crowd participating. The boat, Süreyya 5, fit for a king, with the authorities, friends, relatives, around her portrait and the urn containing her ashes, set out from the coast, while on the banks, the musicians played ‘Lacrimosa’ (from Mozart’s Requiem) and the chorus pages from an oratorio by Ahmed Adnan Saygun. In the silence, her friends Zeynep Oral and Melahat Behlil scattered her ashes amidst the waves, with emotional applause of farewell, and a cascade of white flowers. In the background was the White Dolmabahçe Palace, which Gencer loved. The same image was portrayed on her last postcard.


ISTANBUL STATE OPERA ORCHESTRA and CHORUS – DOLMABAHÇE
RENGİM GÖKMEN, conductor

Mozart: Lacrimosa from Requiem in D minor
Saygun Three Movements from Yunus Emre Oratorio
              Choral (5th)
              Vivo (12th)
              Choral (13th)      


HÜRRİYET DAILY NEWSPAPER
2008.05.11    


HÜRRİYET DAILY NEWSPAPER
2008.05.13

OPERA CLICK
2008.05.13        
AMELIA IMBARRATO

LEYLA GENCER: ricordo di un allievo

Un amaro senso di nostalgia mi ha inumidito gli occhi. Oggi, per l’ultima volta è calato il sipario sul Suo ultimo atto.

Le lacrime mi sono scese lente pensando ai giorni vissuti insieme, ricordando tutte le “strigliate” che mi sono preso e rendendomi conto che la morte riesce a vincere anche i caratteri più aspri e decisi.

Un’artista dalla personalità spigolosa, per molti versi scomoda ma incredibilmente diretta e sicura. Donna dalla tempra incrollabile, lottava sino in fondo per difendere le proprie idee ed i Suoi ragazzi.Guardando il cuscino di rose bianche allontanarsi per sempre, qualcosa in me è venuto a mancare: la grande artista ma anche la Leyla di tutti i giorni, con le Sue fragilità, i frequenti scatti d’ira, le incomprensioni ed i rari ma preziosi sorrisi.

Un limpido ricordo dei Suoi insegnamenti è legato ad una fredda e piovosa giornata invernale. Io esausto accanto al pianoforte dopo aver trascorso l’intero pomeriggio su di un recitativo, Lei impassibile alla cattedra. Seguiva lo spartito con la Sua inseparabile lente d’ingrandimento sempre attentissima al testo, al fraseggio, alle inflessioni. Cesellava in me ogni parola e pretendeva a tutti i costi il giusto accento, che doveva venir dal cuore, su ogni singola sillaba.

La Sua intransigenza traspariva dalla carica e dalla fermezza con cui si arrabbiava nel trasmettermi le giuste intenzioni che sarebbero poi divenute parola, musica ed emozione per il pubblico.

Questo il Suo essere, il mio ricordo. “Leyla” sarebbe stato fuori luogo e troppo confidenziale in Accademia, quindi con tanta amarezza mi sento ancora una volta di salutarla così, come sempre ho fatto per tante lezioni: “Grazie Signora Gencer, grazie!”
 

HÜRRİYET DAILY NEWSPAPER
2008.05.14           

HÜRRİYET DAILY NEWSPAPER

2008.05.16  

HÜRRİYET DAILY NEWSPAPER

2008.05.17            

MİLLİYET DAILY NEWSPAPER

2008.05.17   

EXCERPTS FROM THE FUNERAL

MILANO                                      
İSTANBUL                                                          

ÖLÜM SOSYOLOJİSİ – DR. ÂDEM SAĞIR

2014 MAYIS ANKARA

Dr. Âdem Sağır’ın Phonix Kitapevinden çıkan “Ölüm Sosyolojisi” adlı kitabından alıntıdır.

Excerpts from Dr. Âdem Sağır’s book Sociolgy of Death” published by Phonix Publishing”.
 

Ölüm Sosyolojisi Dr. Âdem Sağır

Kapak Tasarımı ve Sayfa Düzeni: Gamze Uçak
© Phoenix Yayınevi Tüm Hakları Saklıdır.
Mayıs 2014, Ankara Phoenix Yayınevi – 339 ISBN No: 978-605-4657-76-6
Phoenix Yayınevi-Ünal Sevindik Şehit Âdem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1 Kızılay/Ankara



SAYFA 117

Uzun bir süredir Türkiye' de gündemi meşgul eden önemli tartışma alanlarından birisi varlık, ölüm ve yokluk üzerine olmuştur. 10 Kasım 2013 günü KOÇ Holding, gazetelerde yayınlanan ilanlarda Atatürk için "Olmasaydın Olmazdık" mesajı yer aldı. Yeni Akit gazetesi ise, Radikal İslamcı çizgide olduğu bilinen Sancaktar adlı bir derginin "Olmasaydı da Olurduk" ilanını yayınladı. Muhafazakâr politik dilde ölümün, sıklıkla kin ve nefret söylemlerine dönüştürülerek kullanılması uzun süredir sıklıkla karşılaşılan durumlardan birisi olmuştur. Leyla Gencer'in küllerinin Marmara Boğazı'na serpildiği tören için de benzer dil kullanılmıştır. Bu dil içerisinde kimi zaman şehitler için "üç beş Mehmet şehit oldu diye meclis toplanmaz" ifadeleriyle kendini dışa yansıtan; kimi zaman da sevilmeyen insanların ölümleri için de "geberdi" (Meral Okay, Türkan Saylan için kullanılan manşetler); "hakkımızı helal etmiyoruz" (Güven Erkaya için atılan manşet); ya da "öldü de kurtulduk" (Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi için atılan manşetler) şeklinde farklı önermeler kullanılmıştır. Yokluk ve varlık üzerinde konumlandırılabilecek bir başka ayrıştırıcı söylem de benzer şekilde "olmasaydık olmazdınız" üzerinden biçimlenmiştir. Partisinde etkili bir milletvekili, il ve ilçesinin adaylarının tanıtım toplantısında "bu hükümet varsa o cemaat de o cemaatler de var olacaktır. Bu hükümet olmazsa o cemaat de bütün cemaatler de yok olacaktır" diyerek bahsi geçen duruma farklı bir örnek olmuştur. Kuşkusuz burada dikkat çekilmesi gereken eleştirel bağlam, insanların yoklukları ya da varlıkları üzerinden yürütülen tek taraflı söylem alanlarıdır. Kişinin yaşarken yaptıkları ne olursa olsun, onun ölümü üzerinden bir nefret söylemi üretmek, bizce varoluş alanını ayrıştıran ve kişilerin iktidar ya da egemenlik alanlarını yeniden inşa eden bir sonuca yol açmaktadır. Söylem, hangi taraftan gelirse gelsin bizce sonucu bakımından kişinin kendi özvarlığına karşı bir düşman imgelemi üretiyor ve iktidar alanlarını genişletiyorsa sorunlu kabul edilmektedir (Araştırmacının Notu).

SAYFA 341

Türkiye' de yakılma ile ilgili tartışmalar, her dönem devam etmiştir. Basında rastlanılan konuyla ilgili tartışmalardan birisi "Türkiye'de cenaze neden yakılamaz " başlığıyladır. Habere göre ünlü opera sanatçısı Leyla Gencer'in vasiyeti üzerine naaşının krematoryumda yakılara küllerinin Boğaz sularına bırakılacak olması, İslam dininde caiz olmayan kremasyona Türkiye'de izin verilip verilmediği sorusunu gündeme getirdi. Alman Protestan Kilisesi rahibi Holger Nollman, Türkiye'de naaşının yakılmasını isteyen gayrimüslim vatandaşlarının cenazelerinin Avrupa ülkelerine gönderildiğini söyledi. Gayrimüslim cenaze işleriyle uğraşan Kirkor Çapan ise Türkiye' de kremasyon için ne iznin en de teçhizatın bulunduğunu ifade etmiştir. Çapan, yıllar önce, cenaze yakılması işlemleri için gerekli makineyi almak üzere müracaat etmek istediklerini, fakat kanunlar buna izin vermediği için mümkün olmadığını söylemiştir. Çapan cenaze hizmetleri, Türkiye'den bu konuda zaman zaman gelen talepler üzerine kendi çözümünü üreterek, bir keresinde cenazeyi Avusturya'ya gönderdiklerini ve oradaki bir krematoryumda yaktırıldıktan sonra Türkiye'ye geri getirildiğini söylemiştir. (5)

(5) Haberin daha detaylı bilgisi için bkz. http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/445984.asp

SAYFA 342

Leyla Gencer, ünlü bir opera sanatçısı olmakla birlikte ölümünün gündeme getirdiği temel tartışma, cesedinin yakılması olmuştur. İtalya'nın Milano kentinde ölen Leyla Gencer için Santa Babila Kilisesi’nde cenaze töreni düzenlendi. Vasiyeti gereği krematoryumda yakılan Leyla Gencer'in külleri İstanbul'da Boğaz'a atıldı. Dolmabahçe Sarayı ile Dolmabahçe Camisi arasındaki yapılan bir törenden sonra Dolmabahçe açıklarında Boğaz sularına döküldü. Leyla Gencer'in cenaze töreniyle ilgili olarak basına çıkan haber başlıklarından birisi "Türkiye Çöplük mü? " (6) şeklinde "İslamcı" kaygılarla hareket ettiğini ileri süren bir gazeteydi. Başlığın içeriğinde; "Türk halkının dinini beğenmeyip, Hristiyan kalmakta ısrar eden, Türkiye’yi beğenmeyip ömrünü İtalya'da geçiren soprano Leyla Gencer'in yakılan cesedinin küllerinin Boğaz'a serpilmesini istemesine büyük tepki var ... vatandaşlar, Boğazı kirletmeye kimsenin hakkı yok ... Türkiye çöplük mü?" ifadeleri yer almıştır. Kuşkusuz tartışmalarının geldiği son nokta, ölümün dinsel temalarla hangi sınırlar çerçevesinde yorumlanabileceği olmuşken, medyanın karşılıklı olarak zihinsel bir mekân uzaklığının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Tartışmaların temel bağlamını ise "vatan" ve "Marmara Boğazı" yerleştirilebilir. Burada vatan kavramı, bir mekân olarak kişinin kimliksel aidiyetliklerini ayakta tutan bir olgu olarak değerlendirilebilir. Vatanın aidiyetlikle ilişkilendirilen boyutu, özellikle yurtdışında yaşayan göçmenler için önemli bir konudur. Yıllarca kendi topraklarından uzak yaşayan göçmenler, kültürlerine uzak olsalar da öldükten sonra son defa dahi olsa mezarlarının vatan topraklarında olmasını arzu etmektedirler. Kuşkusuz, bu amaca dönük birçok cenaze hizmetleri şirketlerinin de göçmenlerin bu taleplerini yerine getirmeye çalışmaktadır.

(6) Haber, Vakit Gazetesi'nde Leyla Gencer' in vasiyetinin açıklanmasından sonra yayınlanmıştır. Ölüm üzerinden dini eksende yürütüldüğü varsayılan bu tartışmanın bir diğer tarafı ise Bugün Gazetesi'nde 14.Mayıs 2008 Çarşamba günü yayınlanan Nuh Gönültaş'ın köşe yazısıdır. "Leyla Gencer Hangi Dine Mensuptur" başlıklı yazısında ölüm üzerinden kullandığı dinsel araçsallık biçimlerini, "niye kirletiyorsunuz suyumuzu?" şeklinde bitiren Gönültaş, kullandığı kavramlarla ölüm üzerinden söylem üretmektedir. Leyla Gencer'in ölüm merasimin onun Müslüman bir kimliğe sahip olmadığını gösterdiğini belirten Gönültaş, Gencer'in kendi ülkesinde yaşamayı ve kültürle hemhal olmayı kendine yediremeyen bir yabancı olduğundan söz etmişti. Aynı yazıda müziği ve sanat için İtalya'yı tercih eden Gencer'in, kültürel açıdan Hıristiyanlığa bağlılığını cenazesinin yakılmasını vasiyet etmesiyle ortaya çıktığı değerlendirilmesi yapılmıştır. Gönültaş, "kendini Jesus'a yeniden veren bu kimlik küllerini Ortaköy'e saçtırıyor. Madem öyle külleriniz de İtalya' da kalsın, niye kirletiyorsunuz suyumuzu?" sorusunu sorarken; "O modern Türkiye'nin bir ürünüydü, ama asla bizim tercihimiz değildi. Ölmüş, biz de haberdar olduk" şeklinde yazısını bitirmiştir. Kuşkusuz ölüm söz konusu olduğunda eğer din bir araç olarak kullanılırsa, bütün kapılar, ölümün teolojik değerlendirilmesine çıkar ki sosyolojik bağlamda ölümün gerçekliğinden uzaklaşılmış olunur. Nitekim yıllarca yurtdışında Avrupa kültürüyle yaşayan ve kendi kültürüne yabancılaşan Türklerin, mezar yerlerinin kendi topraklarında olmalarını istedikleri ve bunun bir kimlik-aidiyet göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Leyla Gencer'in yıllarca ülkesinden uzak yaşadığı düşünüldüğünde, mezarının -yakılmayı tercih etse bile- Türkiye'de olmasını istemesi bir kimlik ve aidiyet formu olarak okunmalıdır

SAYFA 343

Türkiye' de Leyla Gencer' in yakılmasıyla birlikte süregiden tartışmalarda Yıldız Kenter'in bu konuyla ilgili söylemi de mezarlıklarla ilişkili gerçekliği göstermesi bakımından değerdir. Kenter, kendisiyle yapılan bir röportaj sırasında bu durumu şekilde ifade etmiştir: "Ben yakılmak istediğimi söylüyorum. Bunun sebebi var zaten, mecbur olacaklar ileride bunu yapmaya. Mezarlıklar adam almıyor artık. Geçen gün benim yengem öldü. Ölüsünü ağabeyimin yanına gömdüler, üstüne gömdüler yani. Fakat yol diye bir şey yok, yollara bile gömmüşler ve üstüne basıyorsun yüreğin titriyor. Ölüye saygı nerede, çöplük gibi, bakımsız Karacaahmet'in o bölümleri. Şey yaptırdık, adamlara para veriyoruz, temizlesinler bilmem ne diye, yok olmuyor, olmuyor ve oraya gittiğim zaman ben her zaman zor buluyorum yolu. Şey yok, saygılı yerler değil maalesef, yakışmıyor bize, bu kadar bakımsız, bu kadar çöplük gibi tinerci çocukların dolaştığı bakımsız, tehlikeli yerler çoğunlukla. Şu dünyada öldükten sonra yer işgal etmek istemiyorum. İnsanların mezar bakımsız, mezarın üstüne insanlar çıkmış, mezar üstünde köpekler pislemiş doğal olarak. Mezarın üstüne onun sevdiği meyve ağacını dikmiştim çıkmışlar, taşı oymuşlar, taşı devirmişler. Su kesilir sulayamazsınız, çiçekler kurur." ("Kenter Neden Yakılmak İstiyor", Hürriyet Gazetesi, Hürriyet Kelebek Eki, 20.05.2008). Krematoryumların varlığı, günümüz modem toplumlarında birçok defa insan sayısının artmasına paralel bir şekilde ölü sayılarının da artması etrafında dönmektedir. Özellikle artan dünya nüfusuna karşılık kentlerdeki mezarlıkların yetersiz kalması, ölülerin yakılabileceği gerçekliğini tartışmaya açmıştır. Nitekim günümüzde, krematoryumlarda yakılan bedenlerin küllerinin saklandığı daha az yer kaplayan mezarlıklarla da karşılaşılmaya başlandığı görülmektedir. Böylece ölüme mekân açamayan kentsel alanlarda, krematoryumlarla birlikte ölülere yeni mekanlar açılmaktadır. Ölülerin yakılması ile ilişkili ortaya çıkan mekânsal düzenleme, totaliter devletlerin kullandığı yöntemsel bir araç olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Naziler bu bağlamda dikkat çeker ki Bauman'ın "Modernite ve Holocaust" isimli çalışmasına da konu olan bu pratik, yüksek dereceli fırınlarda muhalif olarak etiketlenen insanların yakılması ile gündeme gelmiş ve ölüm üzerindeki siyasi iktidarın mekanla birleşik organizasyonunu etkilemiştir. Polonya' daki Auschwitz kampı, II. Dünya savaşı döneminde kurulmuş en büyük toplama, zorunlu çalışma ve imha kampı olarak gündeme gelmiştir ki bu kamp aynı zamanda kitle ölüm vakaları ile gündeme gelmiştir. Temel olarak tutuklama ve çalışma merkezleri vazifesi görmekle birlikte tarihe "ölüm fabrikaları" olarak da geçmişlerdir. Merkezde faal dört gaz odası bulunan Auschwitz Birkenau kampı, yüksek teknolojiye sahip olmakla birlikte her gün binlerce insanın ölüme maruz kaldığı mekân olarak da tarihi kayıtlar içerisine girdiği görülmüştür