1 9 8 2
UNKNOWN NEWSPAPER
1982
MİLLİYET WEEKLY ART MAGAZINE
1982.01.15
MİLLİYET DAILY NEWSPAPER
1982.07.07
Leyla Gencer’le her şey üstüne
-1-
“Bu jetler, sanata zarar verdi”
Müzikle ilginizin derecesi ne olursa olsun Leyla Gencer adını duymuşsunuzdur. Müzik dünyasının, opera evreninin bu uluslararası ünlü sesi uzun yıllardır Milano'da yaşıyor. Ülkesinde ne zaman önemli bir müzik olayı yaşansa hemen kalkıp geliyor, konser veriyor. Opera sanatçısı Soprano Leyla Gencer, başta İtalya olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde övgüler toplamış, eleştirmenlerden tam not almıştır.
Ben Leyla Gencer'i ilk kez 1959'da Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nda Tosca’da dinledim, Sabahın erken saatlerinde kuyruğa girmiş zorlukla bir bilet edinebilmiştim, Leyla Gencer, 10, Uluslararası İstanbul Festivali programı içerisinde yarın bir resital verecek. İstanbul'a resital vermeye gelen Gencer'i evinde Piyanist ve Müzik Eleştirmeni Filiz Ali Laslo ile birlikte ziyaret ettik. Eşi İbrahim Gencer de oradaydı. İncelikli bir karşılayıştan sonra Gencer, konuşmanın biçimi, daha doğrusu usul üzerine söz aldı. “Biliyor musunuz diyor, Sorulara cevap verirken zorlanıyorum hem de şaşırıyorum. Ben anlatayım sonra siz sorun.” Oysa sonradan anladık ki Leyla Gencer'in bu açıklaması alçak gönüllükten ileri gelirmiş. Tatlı sesiyle büyüleyici bir konuşma yaptı, Müzikten yaşama, insanlardan anılara kadar renkli bir söyleşi çıktı ortaya.
Söze unutamadığım o Tosca temsili ile girdim: “Sayın Gencer, dedim, O temsil büyük bir olaydı, hâlâ unutamadım...”
– “Gerçekten
büyük bir olaydı. Çok sevdiğim, saydığım Devlet Tiyatroları ve Operası Genel
Müdürü hocam Muhsin Ertuğrul Ankara'dan ayrılıp Şehir Tiyatroları'nın başına getirilmişti”
– “Tepebaşı
Dram Tiyatrosu'nun açılışında oynanacak Tosca operasında da rol almamı
istemişti. Ben de hemen evet dedim.”
HIZLAN – “Muhsin Ertuğrul ile ilgili bir başka anınız da vardı. Onu da anlatır mısınız?”
– “1957'deki
anımı anlatayım. Beni Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu'nun (Bursa) açılışına
çağırmıştı, aynı gece de Viyana'da bulunmam gerekiyordu. Hocamı kıramazdım,
anlaşmam olduğu halde Viyana'ya telgraf çektim ve Bursa'ya gittim.”
Vefa borcunu unutmayan Leyla Gencer, iki cümlede bir Muhsin Ertuğrul'a olan saygı ve sevgisinden söz ederken İstanbul Belediye Konservatuarı'nda ona emek verenleri de saygıyla anıyor.
– “1950 yılında operaya korist olarak girdim.”
– “İki yanımla övünç duyarım. Biri, operaya korist olarak başlamak diğeri de Safranbolulu yani köylü olmakla. Muhsin Ertuğrul beni 1951 yılında solist kadrosuna geçirdi. O tarihlerde tiyatroya, müziğe öyle bir tutkum vardı ki. Bu tutku bitmedi ya. Tiyatroya sabah dokuzda girer, gece yarısı çıkardım. Yoğun bir çalışma düzenim vardı, Sabah saat 10.00'da meşhur İtalyan soprano ve şan hocası Madam Arangi Lombardi'nin derslerine, sonra da Maestro Camozzo'nun provalarına girerdim. Haftada iki gece de operada söylerdim. Tiyatroya merakımdan Yunan trajedilerinde koroda görev alırdım, Ankara Devlet Tiyatrosu benim için büyük bir ekol olmuştur. Bugüne kadar süren başarılarımın temeli orda atılmıştır.”
Leyla Gencer “Bugünkü şarkıcıların teknikleri daha esaslı olabiliyor da sesleri daha güzel olmuyor.”
HIZLAN – “1950'lerin operamızın altın yılları olduğu söylenir. Gerek operacılar gerek operaya izleyicilerin duyduğu ilgi açısından. Operaların önünde kuyruklar oluşur, operaların galaları bir olay olurmuş. Ne dersiniz?”
– “1953'ten sonra ilgi olağanüstü arttı. İlgi çığ gibi büyüdü, 1958'e kadar öyle bir dönem yaşadık ki bütün yabancı devlet büyüklerine konserler verdik. Mareşal Tito'dan, General Eisenhower'a kadar.”
FİLİZ ALİ LASLO – “Kimler vardı o dönem operada?”
– “Aydın Gün, Belkis Aran, Ayhan Aydan, Azra Gün vb. Bu adlar Devlet Operası'nın kurucularıdır.”
HIZLAN – “Operaya ilgiden söz ediyordunuz...”
– “Opera ve tiyatro gerçekten popülerdi. Gazetelerde bizle ilgili haberler geniş biçimde okura yansıtılırdı. Türk büyükelçilikleri ben dışarıya gittiğimde o ülkede konserler düzenlerlerdi.”
LASLO – “Dışarıya ilk çıkış tarihiniz…”
– “1954'te İtalya'nın Napoli kentinde San Carlo Tiyatrosu'nda Madam Butterfly'ı oynadım, 1956'da San Fransisco'da, 1957’de ilk Türk opera sanatçısı olarak «Scala» Operasında bir dünya prömiyeri yaptım. Poulenc'in Les Dialogues des Carmelites’inde söyledim. O yıl Toscanini'nin ölümünde Duomo (Milano) katedralinde Victor de Sabata idaresinde Verdi'nin Requiem’ini söyledim.”
HIZLAN – “Sizin müzik yaşamınızın, opera sanatçılığınızın ilgi çeken bir yanı var. Sık sık oynanan operaları bırakıp bilinmeyen operalarda söylediniz. Müzik tarihinin köşelerinde kalan bu parçaları yeniden sahneye getirdiniz. Rastlantılar mı, sizden gelen öneriler mi?... Bu konuyu merak ediyorum.”
– “Evet böyle bir dönem oldu. Ben yeniliği ve değişikliği aradım ve ararım. Avrupa'da özellikle İtalya'da öyle bir zaman geldi. Öncüsü olduğumuz bu harekette 18, ve 19. yüzyıl bestecilerinin bilinmeyen operalarını sergiledik. Bu operaların bestecileri Rossini, Donizetti, Bellini, Verdi, Pacini, Cherubini vb. idi. Bu bestecilerin sahnelenmemiş operalarını bulup çıkarmak Avrupa'da bir müzik rönesansını başlattı. Alışılmış repertuar operaları kapalı gişe oynardı. Bu yeni operaların başarısı ne olacaktı? Kısacası bu bir serüvendi. Ben hem serüveni severim hem de inatçıyımdır. Verdi'nin La Battaglia di Legnano’sunda rol aldım, Spoletto Festivali'nde Prokofiyev'in L'ange de Feu’sünde oynadım. Jerusalem, Ernani, Macbeth, I Due Foscari gibi eserleri dünyada ilk ben söyledim.”
LASLO – “Sayın Gencer, operaların başarısında libretto yazarlarının rolü nedir?”
– “Bir eserin başarısı da başarısızlığı da besteciye aittir. Konunun önemi ikinci sırada gelir.”
HIZLAN – “Sayın Gencer, Verdi'nin gençlik ürünleri olan operalarıyla diğer eserleri arasında ne gibi ayrımlar var?”
– “Bu operaların ses tekniği bakımından güçlükleri vardır. Bu ses güçlükleri yüzünden bu operaları söyleyen şarkıcılar o kadar az ki...
LASLO – “Ses genişliği istiyor bu tür operalar değil mi?”
– “Evet, tekniğin çok iyi olması gerekiyor. Ustalık istiyor. Çok usta bir operacı bulamazsanız bu operaları sahneleyemezsiniz. Tekniği harika olacak. Aynı zamanda dramatik ve tiyatro kabiliyeti de olacak. Hepsini bir arada bulmanın güçlüğü de malum.”
HIZLAN – “Bugünün şarkıcılarında bu özellikleri bulmak neden imkânsız derecesinde zor?”
– “Bugünkü şarkıcıların teknikleri daha esaslı olabiliyor da sesleri daha güzel olmuyor.”
HIZLAN – “Niye”
– “Çağdaş, hızlı yaşantı yüzünden. Opera şarkıcısı bugün Türkiye'de söylüyor, yarın New York'a hareket ediyor, orada iki gün kalıp şarkı söyledikten sonra Londra'ya geçiyor. Bu iklim değişikliklerine, bu hızlı yaşantıya ses mi dayanır? Ben de bir zamanlar böyle yaptım, böyle yaşadım ama bu derece değil. Onun için herhalde bu kadar uzun süre söyleyebiliyorum. Yirmi sekiz yıl dile kolay.
“İŞ SADECE TİCARİ BİR DURUM
HALİNE GELDİ. HERKES
AZ İŞLE ZENGİN OLMAK İSTİYOR
HIZLAN – “İlk kez temsil edilen operalar ilgi uyandırdı dediniz. Sonradan repertuvar operaları oldular mı? Meselâ Donizetti...”
– “Oldular. Bu öncülükle övünüyorum. Çünkü bunlar uluslararası repertuvar operası oldu. Plakları yapıldı. Bu besteciler içinde Donizetti'ye ayrı bir yer vermek İsterim. Adı geçen operaların tutunmasında zamanın akımlarının, aynı operaları dinlemeden doğan bıkkınlıkların da rolü oldu. Donizetti'nin İngiliz Kraliçelerinin hepsini temsil ettim: Anna Bolena, Maria Stuard'a, Elizabetta d'Ingilterra. Hatta bir aralık Italya'da bir eleştirme yazısının başlığı şuydu: Leyla Gencer'e Taht Yakışıyor.
HIZLAN – “Birçok ülkede birçok şefle çalıştınız. Beğendiğiniz, birlikte çalışmaktan zevk duyduğunuz birkaç ad verebilir misiniz?”
– “Şeflik
çok zor bir iş. Dışarda da çok şef var ama iyi şef çok az. Yirmi sekiz yıl
içinde sürekli şef değiştirdim. Beğendiğim şefleri soruyorsunuz... Başta
Karajan, Covent Garden'da, birlikte çalıştığım Georg Solti. İngiliz şeflerden
Barbirolli, Kleiber.”
HIZLAN – “Şeflerin kalitesi sizi etkiliyor kuşkusuz...”
– “Tabii. İnsan iyi bir şefle başka türlü zevkle söylüyor”
HIZLAN – “Yaşadığınız İtalya'dan beğendiğiniz şefler...”
–
“Tullio Serafin, Vittorio Gui, Gavazzeni, gençlerden Ricardo Muti, Claudio
Abbado.”
HIZLAN – “Biraz önce iklim değişikliklerinin sanatçıların sesine verdiği zarardan söz ettiniz. Bu hızlı düzen kaliteyi düşürmüyor mu?”
– “Bu jetler sanata çok zarar verdi. Avrupa'da bu değişimi gözlüyorsunuz. Şefler, şarkıcılar oradan oraya koşuyorlar. Provalar yapılmıyor ya da eksik yapılıyor. İş sadece ticari bir durum haline geldi. Herkes az işle zengin olmak istiyor.
HIZLAN – “Örnekleri çoktur herhalde...”
– “Örnek mi? En yakın arkadaşlarımdan Placido Domingo'nun durumu. Domingo, çekirge gibi yaşıyor, bir gün orda, bir gün bur da.
LASLO – “Domingo hafif müzik de yapıyor...”
– “Her
şey yapıyor. Orkestra şefliği bile.”
HIZLAN – “Yani müzik artık ticari bir meta oldu diyorsunuz...”
– “Evet. Buraya gelmeden önce tenor seçilen Caruso Jürisi'nde üyelik yaptım, oyumu kullandım. On yedi tenordan dördü seçildi. Bu konkura katılanların başlıca amacı çabuk ve kolay tiyatroya atlamaktı. Yani paraya ve üne. Para çok önemli oldu. Benim de bazı meslektaşlarım böyle düşünüyorlar.”
“Bu jetler, sanata zarar verdi”
Müzikle ilginizin derecesi ne olursa olsun Leyla Gencer adını duymuşsunuzdur. Müzik dünyasının, opera evreninin bu uluslararası ünlü sesi uzun yıllardır Milano'da yaşıyor. Ülkesinde ne zaman önemli bir müzik olayı yaşansa hemen kalkıp geliyor, konser veriyor. Opera sanatçısı Soprano Leyla Gencer, başta İtalya olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde övgüler toplamış, eleştirmenlerden tam not almıştır.
Ben Leyla Gencer'i ilk kez 1959'da Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nda Tosca’da dinledim, Sabahın erken saatlerinde kuyruğa girmiş zorlukla bir bilet edinebilmiştim, Leyla Gencer, 10, Uluslararası İstanbul Festivali programı içerisinde yarın bir resital verecek. İstanbul'a resital vermeye gelen Gencer'i evinde Piyanist ve Müzik Eleştirmeni Filiz Ali Laslo ile birlikte ziyaret ettik. Eşi İbrahim Gencer de oradaydı. İncelikli bir karşılayıştan sonra Gencer, konuşmanın biçimi, daha doğrusu usul üzerine söz aldı. “Biliyor musunuz diyor, Sorulara cevap verirken zorlanıyorum hem de şaşırıyorum. Ben anlatayım sonra siz sorun.” Oysa sonradan anladık ki Leyla Gencer'in bu açıklaması alçak gönüllükten ileri gelirmiş. Tatlı sesiyle büyüleyici bir konuşma yaptı, Müzikten yaşama, insanlardan anılara kadar renkli bir söyleşi çıktı ortaya.
Söze unutamadığım o Tosca temsili ile girdim: “Sayın Gencer, dedim, O temsil büyük bir olaydı, hâlâ unutamadım...”
“İKİ YANIMLA
ÖVÜNÇ DUYARIM:
BİRİ OPERAYA
KORİST OLARAK
BAŞLAMAK, DİĞERİ
DE SAFRANBOLULU,
YANİ KÖYLÜ
OLMAKLA...”
HIZLAN – “Muhsin Ertuğrul ile ilgili bir başka anınız da vardı. Onu da anlatır mısınız?”
Vefa borcunu unutmayan Leyla Gencer, iki cümlede bir Muhsin Ertuğrul'a olan saygı ve sevgisinden söz ederken İstanbul Belediye Konservatuarı'nda ona emek verenleri de saygıyla anıyor.
– “1950 yılında operaya korist olarak girdim.”
– “İki yanımla övünç duyarım. Biri, operaya korist olarak başlamak diğeri de Safranbolulu yani köylü olmakla. Muhsin Ertuğrul beni 1951 yılında solist kadrosuna geçirdi. O tarihlerde tiyatroya, müziğe öyle bir tutkum vardı ki. Bu tutku bitmedi ya. Tiyatroya sabah dokuzda girer, gece yarısı çıkardım. Yoğun bir çalışma düzenim vardı, Sabah saat 10.00'da meşhur İtalyan soprano ve şan hocası Madam Arangi Lombardi'nin derslerine, sonra da Maestro Camozzo'nun provalarına girerdim. Haftada iki gece de operada söylerdim. Tiyatroya merakımdan Yunan trajedilerinde koroda görev alırdım, Ankara Devlet Tiyatrosu benim için büyük bir ekol olmuştur. Bugüne kadar süren başarılarımın temeli orda atılmıştır.”
Leyla Gencer “Bugünkü şarkıcıların teknikleri daha esaslı olabiliyor da sesleri daha güzel olmuyor.”
HIZLAN – “1950'lerin operamızın altın yılları olduğu söylenir. Gerek operacılar gerek operaya izleyicilerin duyduğu ilgi açısından. Operaların önünde kuyruklar oluşur, operaların galaları bir olay olurmuş. Ne dersiniz?”
– “1953'ten sonra ilgi olağanüstü arttı. İlgi çığ gibi büyüdü, 1958'e kadar öyle bir dönem yaşadık ki bütün yabancı devlet büyüklerine konserler verdik. Mareşal Tito'dan, General Eisenhower'a kadar.”
FİLİZ ALİ LASLO – “Kimler vardı o dönem operada?”
– “Aydın Gün, Belkis Aran, Ayhan Aydan, Azra Gün vb. Bu adlar Devlet Operası'nın kurucularıdır.”
HIZLAN – “Operaya ilgiden söz ediyordunuz...”
– “Opera ve tiyatro gerçekten popülerdi. Gazetelerde bizle ilgili haberler geniş biçimde okura yansıtılırdı. Türk büyükelçilikleri ben dışarıya gittiğimde o ülkede konserler düzenlerlerdi.”
LASLO – “Dışarıya ilk çıkış tarihiniz…”
– “1954'te İtalya'nın Napoli kentinde San Carlo Tiyatrosu'nda Madam Butterfly'ı oynadım, 1956'da San Fransisco'da, 1957’de ilk Türk opera sanatçısı olarak «Scala» Operasında bir dünya prömiyeri yaptım. Poulenc'in Les Dialogues des Carmelites’inde söyledim. O yıl Toscanini'nin ölümünde Duomo (Milano) katedralinde Victor de Sabata idaresinde Verdi'nin Requiem’ini söyledim.”
HIZLAN – “Sizin müzik yaşamınızın, opera sanatçılığınızın ilgi çeken bir yanı var. Sık sık oynanan operaları bırakıp bilinmeyen operalarda söylediniz. Müzik tarihinin köşelerinde kalan bu parçaları yeniden sahneye getirdiniz. Rastlantılar mı, sizden gelen öneriler mi?... Bu konuyu merak ediyorum.”
– “Evet böyle bir dönem oldu. Ben yeniliği ve değişikliği aradım ve ararım. Avrupa'da özellikle İtalya'da öyle bir zaman geldi. Öncüsü olduğumuz bu harekette 18, ve 19. yüzyıl bestecilerinin bilinmeyen operalarını sergiledik. Bu operaların bestecileri Rossini, Donizetti, Bellini, Verdi, Pacini, Cherubini vb. idi. Bu bestecilerin sahnelenmemiş operalarını bulup çıkarmak Avrupa'da bir müzik rönesansını başlattı. Alışılmış repertuar operaları kapalı gişe oynardı. Bu yeni operaların başarısı ne olacaktı? Kısacası bu bir serüvendi. Ben hem serüveni severim hem de inatçıyımdır. Verdi'nin La Battaglia di Legnano’sunda rol aldım, Spoletto Festivali'nde Prokofiyev'in L'ange de Feu’sünde oynadım. Jerusalem, Ernani, Macbeth, I Due Foscari gibi eserleri dünyada ilk ben söyledim.”
LASLO – “Sayın Gencer, operaların başarısında libretto yazarlarının rolü nedir?”
– “Bir eserin başarısı da başarısızlığı da besteciye aittir. Konunun önemi ikinci sırada gelir.”
HIZLAN – “Sayın Gencer, Verdi'nin gençlik ürünleri olan operalarıyla diğer eserleri arasında ne gibi ayrımlar var?”
– “Bu operaların ses tekniği bakımından güçlükleri vardır. Bu ses güçlükleri yüzünden bu operaları söyleyen şarkıcılar o kadar az ki...
LASLO – “Ses genişliği istiyor bu tür operalar değil mi?”
– “Evet, tekniğin çok iyi olması gerekiyor. Ustalık istiyor. Çok usta bir operacı bulamazsanız bu operaları sahneleyemezsiniz. Tekniği harika olacak. Aynı zamanda dramatik ve tiyatro kabiliyeti de olacak. Hepsini bir arada bulmanın güçlüğü de malum.”
HIZLAN – “Bugünün şarkıcılarında bu özellikleri bulmak neden imkânsız derecesinde zor?”
– “Bugünkü şarkıcıların teknikleri daha esaslı olabiliyor da sesleri daha güzel olmuyor.”
HIZLAN – “Niye”
– “Çağdaş, hızlı yaşantı yüzünden. Opera şarkıcısı bugün Türkiye'de söylüyor, yarın New York'a hareket ediyor, orada iki gün kalıp şarkı söyledikten sonra Londra'ya geçiyor. Bu iklim değişikliklerine, bu hızlı yaşantıya ses mi dayanır? Ben de bir zamanlar böyle yaptım, böyle yaşadım ama bu derece değil. Onun için herhalde bu kadar uzun süre söyleyebiliyorum. Yirmi sekiz yıl dile kolay.
“İŞ SADECE TİCARİ BİR DURUM
HALİNE GELDİ. HERKES
AZ İŞLE ZENGİN OLMAK İSTİYOR
HIZLAN – “İlk kez temsil edilen operalar ilgi uyandırdı dediniz. Sonradan repertuvar operaları oldular mı? Meselâ Donizetti...”
– “Oldular. Bu öncülükle övünüyorum. Çünkü bunlar uluslararası repertuvar operası oldu. Plakları yapıldı. Bu besteciler içinde Donizetti'ye ayrı bir yer vermek İsterim. Adı geçen operaların tutunmasında zamanın akımlarının, aynı operaları dinlemeden doğan bıkkınlıkların da rolü oldu. Donizetti'nin İngiliz Kraliçelerinin hepsini temsil ettim: Anna Bolena, Maria Stuard'a, Elizabetta d'Ingilterra. Hatta bir aralık Italya'da bir eleştirme yazısının başlığı şuydu: Leyla Gencer'e Taht Yakışıyor.
HIZLAN – “Birçok ülkede birçok şefle çalıştınız. Beğendiğiniz, birlikte çalışmaktan zevk duyduğunuz birkaç ad verebilir misiniz?”
HIZLAN – “Şeflerin kalitesi sizi etkiliyor kuşkusuz...”
– “Tabii. İnsan iyi bir şefle başka türlü zevkle söylüyor”
HIZLAN – “Yaşadığınız İtalya'dan beğendiğiniz şefler...”
HIZLAN – “Biraz önce iklim değişikliklerinin sanatçıların sesine verdiği zarardan söz ettiniz. Bu hızlı düzen kaliteyi düşürmüyor mu?”
– “Bu jetler sanata çok zarar verdi. Avrupa'da bu değişimi gözlüyorsunuz. Şefler, şarkıcılar oradan oraya koşuyorlar. Provalar yapılmıyor ya da eksik yapılıyor. İş sadece ticari bir durum haline geldi. Herkes az işle zengin olmak istiyor.
HIZLAN – “Örnekleri çoktur herhalde...”
– “Örnek mi? En yakın arkadaşlarımdan Placido Domingo'nun durumu. Domingo, çekirge gibi yaşıyor, bir gün orda, bir gün bur da.
LASLO – “Domingo hafif müzik de yapıyor...”
HIZLAN – “Yani müzik artık ticari bir meta oldu diyorsunuz...”
– “Evet. Buraya gelmeden önce tenor seçilen Caruso Jürisi'nde üyelik yaptım, oyumu kullandım. On yedi tenordan dördü seçildi. Bu konkura katılanların başlıca amacı çabuk ve kolay tiyatroya atlamaktı. Yani paraya ve üne. Para çok önemli oldu. Benim de bazı meslektaşlarım böyle düşünüyorlar.”
-2-
Leyla Gencer'in sesine tutkun olanların birbirlerine sordukları bir soru vardır? Leyla Gencer neden plak yapmadı? Plakları nereden edinebilinir... Filiz Ali Laslo da bu soruyu sordu:
– “Sayın Gencer, merak ettiğim konu var. Neden plak yapmadınız? Ben Ankara'da sizin bir plağınızı dinledim. Sanırım Il Trovatore idi.”
HIZLAN – Peki hiç plak çalışmanız yok mu?
– “Eylül ayında Nikita Magalof'la Chopin'in on dokuz şarkısını doldurduk.”
LASLO – Siz çalışkanlığınızla ünlüsünüz. Nasıl çalıştığınızı anlatır mısınız bize?
HIZLAN – Peki çevreniz rahatsız olmaz mıydı?
– “Olmaz mı?... Koro şefi Camozzo yandaki dairede oturuyordu, apartmandan kaç ti. Tahammül edemedi.”
LASLO – “Tam ses mi söylerdiniz?”
– “Hayır. Çalışma sistemim kendime özgüdür.”
– “Doğrudan doğruya ses tekniğini ona uyguluyorsunuz. Çok daha iyi, çok daha pratik.”
– “On günde, bir opera çıkarırdım.”
– “Müthiş bir şey.”
– “Fakat onu bir ay içerisinde mükemmelliğe eriştirebilmek için canım çıkardı. Korepetitörmün de canını çıkarırdım. Bir müzik cümlesini yüzlerce defa tekrarlardım.”
– “Yani piyano çalışır gibl...”
– “Tabii... Tabii... Ses, piyano gibi, keman gibi herhangi bir enstrüman gibi üzerinde çalışılması gerekir. Niye şimdiye kadar ben söyledim. Bu egzersizleri bırakmadığım için.”
Gencer: Donizetti olunca bana gelirler. Donizettici geçindiğim için...
"Deliler gibi çalışırdım,
bütün apartman kaçardı…”
HIZLAN – “Şimdi de bu çalışma düzeninizi sürdürüyor musunuz?”
– “Daha da fazlasını. Çünkü opera söylemek daha kolay. Çünkü operada tek başınıza değilsiniz. Kendi partinizi öğreniyorsunuz, ötekiler de size yardım ediyor, Düetler var, koro var. En çok iki, bilemediniz üç arya söylersiniz, Resital öyle mi? Resitalde dinleyicinin ilgisini iki saat sürekli çekmeniz gerekiyor.
Bir konser için üç ay çalışıyorum. Bir yılda ancak üç konser çıkabiliyor bu çalışmayla.”
– “Konserler, resitaller disında başka çalışmalar yapıyor musunuz?”
– “Var. Hayatımda ilk defa Trieste'de bir seminer yaptım. Geçen yıl Schwarzkopf gelmiş, bu yıl da senin gelmeni istiyoruz dediler. Evet dedim ama dedikten sonra da pişman oldum. Kirk sayfalık bir metin hazırladım. Seminerin konusu şuydu: Donizetti'nin kişileri ve besteci Donizetti'nin müziğinin yorumu. İki gün üst üste birer buçuk saat konuşacak hem de seslendirecektim.”
LASLO – “Ama isteyerek ya da istemeyerek öyle oldunuz.”
HIZLAN – “Hiç kuşkumuz yok ki bu işi de başardınız, üstesinden geldiniz. Çünkü bir buçuk saat hem konuşup hem de şarkı söylemek çok zor.”
– “Ne bir buçuk saati. Bu iki buçuk saate çıktı “
HIZLAN – “Birinci gün ne yaptınız ikinci gün...”
– “Birinci gün Donizetti'nin Kraliçe rollerini anlattım. İkinci gün de operalarının karakterlerinin analizini yaptım.”
– “Aslında ben bu çalışmayla bir kanaati de yıktım.”
– “Şöyle bir kanaat var Avrupa'da Canım, Donizetti yetmisbes opera yazmış. Her gece başını yastığa kor, ertesi günü kalktığında yeni bir opera yazarmış... Oysa büyük bir besteci. Kişilerinin de hep aynı olduğunu söylerler. Hayır bu iddiaya katılmıyorum, aynı değil. Müziği de kişilere göre değişiktir. Marie Stuart'ın karakteriyle Elizabeth'inki aynı mı?”
HIZLAN – “Konuşmamızın başında daha konuya girmeden önce Venedik'teki karnavaldan söz ediyordunuz...”
– “Venedik'te on üçüncü yüzyıla kadar geleneği uzatılabilen bir karnaval var, Bu karnaval, aşktan siyasal entrikalara, siyasal kıyımlara kadar çeşitli olayların sergilendiği bir olaydı... Yoksul ve zengin burada bir arada eğleniyordu., Soylular da bu bir ay süresince halkın arasına karışıyorlardı., Venedik Belediyesi bu tarihi dönemi bugünün şartlarıyla yaşatmaya karar verdi, Bugün İtalya'da Scala'dan çok Venedik'ten söz ediliyor.1
1Her yılki festival için bir konuyu seçiyorlar. Bu yıl da besteci olarak Mozart'ı seçmişler. Mozart et les Turqueries. Türk olduğum için benden de bir konser istediler,1
1Biliyorsunuz on yedinci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu zirvede. Elçiler şatafatlı yaşamımızı anlata anlata bitiremiyorlar. Giyimimiz, kuşamımız yemek tarzımız her yerde örnek alınıyor.1
1Bu konser için hemen araştırmaya giriştim. Gluck'lar, Hasse'ler, Mozart'larda ki doğuya ait konuları buldum Gretry, Vincent D'Indy' den de birer parça aldım.
Programımıza bizden de örnekler katmak istedim, Aydın Gün bana Cemal Reşit Rey'den türküler gönderdi, bir türkü de bana Ferit Alnar armağan etmişti.1
– “Konser için özel bir kıyafet de hazırladınız mı?”
– “O gece ailemden kalma bir üç etek giydim. Dostum büyükelçiler, bana her yıl bir armağan getirdiler. İspanyol Büyükelçisi de bana Anadolu işi kuşlu bir tarak getirmişti, D'Indy'den Kuş ve Yavruları şarkısını söylerken başımdaki kuşlar da hareket ediyordu.”
“Ben sahneye çıktığımda bir peri masalında yaşıyordum sanki. Bütün dinleyiciler o dönemin kıyafetleri ile gelmişler.”
“Asıl beni şaşırtan ne oldu biliyor musunuz?.. İlk sıralar da oturanların giyimleri. Hepsi de o dönemin Osmanlı kaftanlarını giyip gelmişler. En çok ilgiyi bizim türkülerimiz topladı.”
HIZLAN – “Istanbul Festivali'nde vereceğiniz resitalde neler var?...”
– “Donizetti ve Rossini var. Les Soirees Musicales'in hepsi. İkinci bölümde Donizetti'nin operalarından aryalar yer alıyor.”
HIZLAN – “Paris'te Versailles'da opera oynayacağınızı duydum...”
– “Doğru. Gelecek mevsim Paris'te Versailles Festivali içinde Versaille Sarayı'nda sahnelenecek bir operada söyleyeceğim. Bu operayı önce Venedik'te temsil edeceğim.”
1 9 8 3
HÜRRİYET DAILY NEWSPAPER
1983.08.10
1 9 8 4
HAYAT WEEKLY MAGAZINE
1984.08.06
LEYLA
GENCER: BAZILARI
PRIMA DONNA DOĞAR
Leyla Gencer, prima donna olmanın hakkını fazlasıyla veren, dünyanın alkışladığı sayılı sanatçılardan biri...
YAŞLI dünyamız üzerinde yaşamış nice devlet, nice ülke ve bu devlet ve ülkelerin içinden çıkan nice değerli insan gelmiş geçmiş. Bugün yaşamayan ama eserleri, ortaya koyduklarıyla tarihe geçmiş kişiler vardır. O kişiler doğup, yetiştikleri ülkelerin övünç kaynağı, mutluluk nedeni olmuşlardır.
Bizim ülkemizde de adını anacağımız, gurur duyduğumuz birçok bilim adamımız, edebiyatçımız, ressamımız, heykeltıraşçımız, müzisyenlerimiz var. Yurdumuzun sınırlarını aşmış, ünü evrensel olmuş, dünyanın takdirini kazanmış opera sanatının ender rastlanan başarıların sahibi olan Leyla Gencer, millet olarak koltuklarımızın kabarmasına vesile olmaktadır.
İSTANBUL FESTİVALİ'NDE LEYLA GENCER
Leyla Gencer'i bu sene 12. Uluslararası İstanbul Festivali'nde dinleme imkânını bulabildik. 6 Temmuz akşamı saat 18.30'da Aya İrini'de piyanist Vincent Scalera ile birlikte, Monteverdi, Vivaldi, Beethoven, Rossini, Sportini, Donizetti, Carissimi, Mayr, Haendel, Bizet, Verdi'nin eserlerinden oluşan bir konser vermişti. İzleyiciler adeta nefes almaktan korkarak, birbirinden güzel besteleri nefis sesi, güçlü tekniği ile yorumlayan Leyla Gencer'e alkışlarıyla teşekkür ettiler.
Leyla Gencer, prima donna olmanın hakkını fazlasıyla veren, dünyanın alkışladığı sayılı sanatçılardan biri...
YAŞLI dünyamız üzerinde yaşamış nice devlet, nice ülke ve bu devlet ve ülkelerin içinden çıkan nice değerli insan gelmiş geçmiş. Bugün yaşamayan ama eserleri, ortaya koyduklarıyla tarihe geçmiş kişiler vardır. O kişiler doğup, yetiştikleri ülkelerin övünç kaynağı, mutluluk nedeni olmuşlardır.
Bizim ülkemizde de adını anacağımız, gurur duyduğumuz birçok bilim adamımız, edebiyatçımız, ressamımız, heykeltıraşçımız, müzisyenlerimiz var. Yurdumuzun sınırlarını aşmış, ünü evrensel olmuş, dünyanın takdirini kazanmış opera sanatının ender rastlanan başarıların sahibi olan Leyla Gencer, millet olarak koltuklarımızın kabarmasına vesile olmaktadır.
İSTANBUL FESTİVALİ'NDE LEYLA GENCER
Leyla Gencer'i bu sene 12. Uluslararası İstanbul Festivali'nde dinleme imkânını bulabildik. 6 Temmuz akşamı saat 18.30'da Aya İrini'de piyanist Vincent Scalera ile birlikte, Monteverdi, Vivaldi, Beethoven, Rossini, Sportini, Donizetti, Carissimi, Mayr, Haendel, Bizet, Verdi'nin eserlerinden oluşan bir konser vermişti. İzleyiciler adeta nefes almaktan korkarak, birbirinden güzel besteleri nefis sesi, güçlü tekniği ile yorumlayan Leyla Gencer'e alkışlarıyla teşekkür ettiler.
Dünyaca ünlü sanatçımız daha önce 2. ve 10. İstanbul Festivalleri'nde seyircileri kendisine hayran bırakmıştı.
Devamlı olarak ülkemizde yaşamayan Leyla Gencer, çalışmalarını dünyanın çeşitli ülkelerinde başarıyla sürdürmektedir. Zaman zaman Türkiye'ye gelerek Devlet Operası'nın temsillerinde görev aldığı gibi, kendisini yukarıda da belirttiğimiz gibi Uluslararası İstanbul Festivali'nde dinleme imkânı bulabiliyoruz.
Leyla Gencer için birçok ünlü opera yıldızı, «Önemli sayıda besteyi bize tanıtan ve sevdiren odur» demektedirler.
Leyla Gencer'in yakınları, Gencer'in daha bebekken müziğe âşık olduğunu söylüyorlar. Annesinin güzel sesiyle büyüyen sanatçı, konuşmadan önce şarkı söylemeyi denemiş, Bebeklik ve çocukluk çağında müziğe gösterdiği bu eğilim ve başarı, çevresinin dikkatini çekiyor. Bugünlere ulaşmasındaki ilk destek annesinden geliyor. Daha sonra annesi ve babasının tutmuş olduğu Fransız bir mürebbiyenin eğitiminden geçiyor. Fransızcayı küçük yaşta öğreniyor. Böylece Fransız kültürünü de yakından tanıma imkânı buluyor, Leyla Gencer. Yaşamının büyük bir bölümünü yurt dışında geçiren sanatçımızın anne ve babasından sonra sevgi, saygıyla andığı kişilerden biri olan Fransız mürebbiyesinin, ilk çocukluk eğitimindeki önemini belirtiyor.
BAŞARI, YETENEK VE ÖZVERİ İSTER
Başarı için sadece yeteneğin yetmediği bir gerçek. Prima donna olarak doğan Leyla Gencer, eğitim yaşamına başlamakla birlikte gece gündüz demeden, çocukluğunu yaşayamadan, yeteneği doğrultusunda hep çalışıyor.
Yaşıtları sokakta oynarken, küçük Leyla Gencer evinde bestelerin arasına gömülmüş çalışıyor. Genç kızlık döneminde arkadaşları aşkı tanır ve yaşarken, onun bütün zamanını ayırdığı tek aşkı, mutluluk kaynağı müzik çalışmaları olmaktaydı.
Bir sanatçı büyük bir isim oluyordu ama katettiği yollar onu diğer insanların normal yaşama düzenlerinden, isteklerinden ya da yapıp etmelerinden oldukça farklı olmakla birlikte büyük bir özveri istiyor. Bütün bunların sonucunda sanatçının elde ettiği izleyicilerinin hayranlığı, alkışları ve sevgisi. Bunun dışında da beklenen ve sanatçıyı ayakta tutan başka ne var ki?
İtalyan Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Konservatuarı’na devam eden Gencer, sınıfları ikişer ikişer atlar. Daha sonra İtalyan bir hoca kendisini yetiştirmek istediğini söyler, ama kısa bir süre sonra ölür.
DÜNYA OPERALARINDA BİR TÜRK
1923, İstanbul doğumlu olan sanatçımız, 1949 yılında Ankara'ya gelir ve Devlet Operası'na girer... İlk olarak Cavalleria Rusticana (Köylü Namusu) operasında Santuzza rolüne çıkar. Tiefland (Çukurova) operasındaki rolü ile büyük başarı elde eden ünlü sopranomuz, 1952'den sonra İtalya'ya gider ve orada yaşamını sürdürmeye başlar. Milano'da Scala Operası'na solist olarak giren ilk Türk sanatçısıdır. Daha sonra Münih ve Viyana Devlet, San Francisco, Roma ve Venedik operaları ile çeşitli uluslararası şenliklerde konuk sanatçı olarak görev aldı. Londra'da Albert Hall ve New York'ta Carnegie Hall salonlarında konserler verdi. Francis Poulenc'in «Dialogues des Carmélites» (Karmelitlerin Diyalogları) adlı operanın dünyada ilk oynanışında, 1957 rol aldı.
Leyla Gencer çok sevdiği çiçekleriyle birlikte |
10 Mayıs 1959'da 12. Floransa Festivali'nde konser sonrası İtalya Cumhurbaşkanı Gronchi tarafından kutlanırken |
Doğuştan
bir yeteneğe sahip olan Leyla Gencer'in ailesinde kendinden başka müzisyen
olmadığını, yeteneğinin yanı sıra başarısını düzenli çalışmasına bağlayan
sanatçı, bir resitale hazırlanmak için 3-5 ay kadar çalıştığını söylüyor.
Leyla Gencer'e göre, sanatta başarıya ulaşmak için tıpkı dinlerde olduğu gibi, çile çekmeye hem de ömür boyu süren bir çile çekmeye gerek vardır. Bütün bu yorgunluklar, bazı şeylerden uzak ve yoksun kalışlar, bütün eziyetler hayranlarının alkışlarıyla yok oluverir.
'ASLICO'NUN SANAT YÖNETMENİ
Daha önce Leyla Gencer'in 12. Uluslararası İstanbul Festivali nedeniyle yurdumuza geldiğini belirtmiştik. Bu vesile ile kendisiyle görüştüğümüzde, şimdilerde “ASLICO” adını taşıyan çok eski bir bir kuruluşta çalıştığını öğrendik. Bu kuruluşun amacı, yetenekli gençleri lanse ederek, onlara fırsat tanımak. Böyle büyük ve 40 senelik bir mazisi olan kuruluşta sanat yönetmeni olarak görev almış bulunmaktadır. Kendisinin öğrenci yetiştirip yetiştirmediğini sorduğumuzda, «Böyle bir girişimde bulunmadım. Eğer kişi yetenekli ve bu konuda gereken bilgi ve tekniğe sahip ise yardımcı olabilirim» diye karşılık verdi. Leyla Gencer, sadece eğitimin yetmediğini, kişinin doğuştan birtakım yeteneklerle bezenmiş olması gerektiğini vurguluyor ve «Bazıları prima donna olarak doğar» diye ekliyor.
Çocukluğundan beri sanatın her türüne ilgi duyduğunu, resime, edebiyata ve özellikle tiyatroya me raklı olduğunu ifade eden Gencer, on dokuzuncu yüzyıl bestecilerinin eserlerini yorumlamakta büyük bir başarı sağlamış ve kendisine bu konuda uzman gözüyle bakılmaktadır.
Uzun yıllarını yurt dışında geçiren sanatçımız, yirmi beş senedir Milano'da yaşıyor. Kendisine yabancı gibi davranılmadığını, benimsendiğini belirtiyor.
Yorumladığı eserlerin uzun süre etkisinde kaldığını, canlandırdığı kişiliği ta içinden hissettiğini, bunun da elde ettiği başarıda büyük payı olduğunu belirtiyor.
Leyla Gencer'e göre, sanatta başarıya ulaşmak için tıpkı dinlerde olduğu gibi, çile çekmeye hem de ömür boyu süren bir çile çekmeye gerek vardır. Bütün bu yorgunluklar, bazı şeylerden uzak ve yoksun kalışlar, bütün eziyetler hayranlarının alkışlarıyla yok oluverir.
'ASLICO'NUN SANAT YÖNETMENİ
Daha önce Leyla Gencer'in 12. Uluslararası İstanbul Festivali nedeniyle yurdumuza geldiğini belirtmiştik. Bu vesile ile kendisiyle görüştüğümüzde, şimdilerde “ASLICO” adını taşıyan çok eski bir bir kuruluşta çalıştığını öğrendik. Bu kuruluşun amacı, yetenekli gençleri lanse ederek, onlara fırsat tanımak. Böyle büyük ve 40 senelik bir mazisi olan kuruluşta sanat yönetmeni olarak görev almış bulunmaktadır. Kendisinin öğrenci yetiştirip yetiştirmediğini sorduğumuzda, «Böyle bir girişimde bulunmadım. Eğer kişi yetenekli ve bu konuda gereken bilgi ve tekniğe sahip ise yardımcı olabilirim» diye karşılık verdi. Leyla Gencer, sadece eğitimin yetmediğini, kişinin doğuştan birtakım yeteneklerle bezenmiş olması gerektiğini vurguluyor ve «Bazıları prima donna olarak doğar» diye ekliyor.
Çocukluğundan beri sanatın her türüne ilgi duyduğunu, resime, edebiyata ve özellikle tiyatroya me raklı olduğunu ifade eden Gencer, on dokuzuncu yüzyıl bestecilerinin eserlerini yorumlamakta büyük bir başarı sağlamış ve kendisine bu konuda uzman gözüyle bakılmaktadır.
Uzun yıllarını yurt dışında geçiren sanatçımız, yirmi beş senedir Milano'da yaşıyor. Kendisine yabancı gibi davranılmadığını, benimsendiğini belirtiyor.
Yorumladığı eserlerin uzun süre etkisinde kaldığını, canlandırdığı kişiliği ta içinden hissettiğini, bunun da elde ettiği başarıda büyük payı olduğunu belirtiyor.
Leyla Gencer, «Bir sanatçının sadece yeteneğine güvenmesi yeterli değildir. Bir kişi sanatçıyım diyorsa, kendisini sürekli yenilemeli, geliştirmeli, konusundaki gelişmeleri, diğer çalışmaları yakından izlemeli, dünyaya açık olmalı. Bütün bunların yanı sıra seyirciye yakın olmalı» diyor. Nitekim kendisinin sahneye çıktığında seyircisini adeta kucaklamak istediğini belirtiyor.
Bütün bu başarıların, ünün normal yaşamını değiştirmediğini, sade bir yaşam sürdüğünü ifade ediyor.
Leyla Gencer, başarılı olmak için sadece yeteneğin yetmediğini, çok çalışmak gerektiğini önemle belirtiyor |
Tüm dünyanın alkışladığı büyük sopranomuzu meslektaşları ile birlikte görüyoruz |
Leyla Gencer 12. Floransa Festivali'nde Verdi'nin «La Battaglia di Legrano» operasını seslendirmişti |
Yirmi beş yıldır Milano'da yaşamını sürdüren Leyla Gencer, zaman zaman yurdumuza gelmektedir... Kendisi İtalya'daki evinde görülüyor |
EVRENSEL
OLMANIN MUTLULUĞU
Leyla Gencer yeteneği, ailesinin destekleyen anlayışlı tutumu, iyi eğitim görmüş olması, mesleğini çok sevip özveriden daha küçük yaşlardan beri kaçınmaması ve düzenli bir çalışma sistemi içinde gücüne güç katması sonucunda, yurdumuzun sınırlarını aşmış bir sanatçı olmanın mutluluğu ve gururunu yaşıyor.
Leyla Gencer, prima donna olmanin hakkını fazlasıyla veren, dünyanın alkışladığı bir sanatçı... Bu elbette ki kendisine büyük sorumluluklar yüklemekte. Bütün bunların altından kalkmasını başaran sopranomuz, eşi İbrahim Gencer'in kendisine çok yardımcı olduğunu önemle belirtiyor.
Bir sanatçının nasıl yetiştiği, evrensel boyutlara ulaşmanın ne denli güç bir başarı olduğunu bizlere gösteren, dünyaya kanıtlayan bir sanatçı Leyla Gencer.
Böyle değerli, saygın bir sanatçının Türk olması bize ayrı bir mutluluk veriyor.
Dileğimiz, Leyla Gencer gibi birçok Türk sanatçısının sınırlarımızı aşan, dünyaya seslenen başarılar göstermesi.
Dünyada böyle parmakla sayılacak kadar az sayıda olan büyük sanatçı olmanın hiç de basit ve kolay olmadığını, yeteneklerin gelişmesinin birçok şartı gereksediğini bir kez daha vurguluyoruz.
Dünya, Leyla Gencer gibi büyük bir sanatçıyı tanımış, dinlemiş olmaktan mutluluk duyuyor. Biz de bu mutluluğu, kıvanç duyarak paylaşıyoruz.
TEŞEKKÜRLER LEYLA GENCER
Leyla Gencer, devamlı vatan özlemi çektiğini, geldiği zaman hiç dönmek istemediğini belirtiyor. Ama dünyanın benimsediği bir sanatçı olmak kendisini bütün ülkelerde sanki o ülkenin bir vatandaşıymış gibi hissetmesini sağlamış olsa da yine de varsa yoksa vatanım demeyi engellemiyor, özlemi dindirmiyor. Şimdilerde temelli olarak yurda dönemeyeceğini belirten Sayın Gencer, «Çalışmalarımı noktaladığım zaman yurduma dönmek ve hiç olmazsa idareci olarak çalışmak isterim» demektedir. Bütün bir ömrünü böyle yoğun bir biçimde çalışmalara vermiş bir sanatçının sanatından kopması elbette ki düşünülemez. Ne zaman olursa olsun Leyla Gencer'in yurdumuza dönmüş olması bizleri sevindirecektir.
Sadece festival dolayısıyla değil, daha sık Leyla Gencer'i aramızda görmek, onun yetkin yorumunu izlemek imkânları bulmak dileği ile, Leyla Gencer'i bir kez daha gönülden kutluyoruz.
Leyla Gencer yeteneği, ailesinin destekleyen anlayışlı tutumu, iyi eğitim görmüş olması, mesleğini çok sevip özveriden daha küçük yaşlardan beri kaçınmaması ve düzenli bir çalışma sistemi içinde gücüne güç katması sonucunda, yurdumuzun sınırlarını aşmış bir sanatçı olmanın mutluluğu ve gururunu yaşıyor.
Leyla Gencer, prima donna olmanin hakkını fazlasıyla veren, dünyanın alkışladığı bir sanatçı... Bu elbette ki kendisine büyük sorumluluklar yüklemekte. Bütün bunların altından kalkmasını başaran sopranomuz, eşi İbrahim Gencer'in kendisine çok yardımcı olduğunu önemle belirtiyor.
Bir sanatçının nasıl yetiştiği, evrensel boyutlara ulaşmanın ne denli güç bir başarı olduğunu bizlere gösteren, dünyaya kanıtlayan bir sanatçı Leyla Gencer.
Böyle değerli, saygın bir sanatçının Türk olması bize ayrı bir mutluluk veriyor.
Dileğimiz, Leyla Gencer gibi birçok Türk sanatçısının sınırlarımızı aşan, dünyaya seslenen başarılar göstermesi.
Dünyada böyle parmakla sayılacak kadar az sayıda olan büyük sanatçı olmanın hiç de basit ve kolay olmadığını, yeteneklerin gelişmesinin birçok şartı gereksediğini bir kez daha vurguluyoruz.
Dünya, Leyla Gencer gibi büyük bir sanatçıyı tanımış, dinlemiş olmaktan mutluluk duyuyor. Biz de bu mutluluğu, kıvanç duyarak paylaşıyoruz.
TEŞEKKÜRLER LEYLA GENCER
Leyla Gencer, devamlı vatan özlemi çektiğini, geldiği zaman hiç dönmek istemediğini belirtiyor. Ama dünyanın benimsediği bir sanatçı olmak kendisini bütün ülkelerde sanki o ülkenin bir vatandaşıymış gibi hissetmesini sağlamış olsa da yine de varsa yoksa vatanım demeyi engellemiyor, özlemi dindirmiyor. Şimdilerde temelli olarak yurda dönemeyeceğini belirten Sayın Gencer, «Çalışmalarımı noktaladığım zaman yurduma dönmek ve hiç olmazsa idareci olarak çalışmak isterim» demektedir. Bütün bir ömrünü böyle yoğun bir biçimde çalışmalara vermiş bir sanatçının sanatından kopması elbette ki düşünülemez. Ne zaman olursa olsun Leyla Gencer'in yurdumuza dönmüş olması bizleri sevindirecektir.
Sadece festival dolayısıyla değil, daha sık Leyla Gencer'i aramızda görmek, onun yetkin yorumunu izlemek imkânları bulmak dileği ile, Leyla Gencer'i bir kez daha gönülden kutluyoruz.
AKKADIN MONTHLY MAGAZINE
1984.09.09
HÜRRİYET GÖZTERİ WEEKLY MAGAZINE
1984 December
Dünyada Adını Kendi Başına Duyuran Sanatçı: Leyla Gencer
Hürriyet Gösteri Aralık 1984 - Filiz Ali
Aramızda kalsın ama geçtiğimiz Ağustos ayında Leyla Gencer’i yeniden keşfettim. “Biraz geç kalmışsın...” diyebilirsiniz. Ben de aynı kanıdayım. Hem de çok geç kaldım. Hepimiz çok geç kaldık ve bu büyük opera sanatçısını, sanatının doruğundayken opera sahnelerinde dinleyemedik, seyredemedik.
Gelelim Leyla Gencer’i yeniden nasıl keşfettiğime: Onun son yıllarda Uluslararası İstanbul Festivali’nde verdiği konserleri dinlerken içimde hep bir kuşku, hep bir eksiklik duygusu vardı. Olağanüstü kaliteleri olan bir ses ama, “tam ses” kullanmıyor Leyla ya da çok az ve ekonomik kullanıyor. Olağanüstü bir sahne kişiliği ama, konser konumu içinde opera sahnesindeki dramatik yaratıcılığını yansıtması söz konusu değil. Olağanüstü bir müzisyen. Müzik cümlelerini kuruşu, onlara yüklediği anlam, soluğunu ustaca ayarlaması ve hem müzik dilini hem de söylediği eserin orijinal dilini kullanımındaki kusursuzluk, stil anlayışı, bilgisi ve ince beğenisi hayret verici ama, acaba biraz yapmacık mı? Niye böyle kuşkuluyum? İster istemez birilerinin etkisi altında kalmışım besbelli.
Leyla Gencer’in meslektaşlarından (Türkiye’dekiler doğal olarak) yıllar yılı şunları dinlemişim (çeşitli zamanlarda): “Leyla’nın sesi küçüktür ama akıllı kadındır. “Piyano”ları iyidir, sesinin ufaklığını piyanolarıyla örter. Eee, güzel kadın, dil biliyor, zaten annesi de Polonyalı’dır (Polonezköylü) laf aramızda. Güzelliğini de kullandı doğrusu. İtalya’da oturuyor zaten. İlişkiler filan bir şeyler yaptı herhalde oralarda...”
Türkiye’deki müziksever, Leyla Gencer’i bu tür laf ebeliğinin de katkısıyla 1950’lerin sonunda yitirmiş, kaptırmış Avrupa’ya. 1970’li yılların başına kadar onu hiç dinlememiş. Aradaki on beş yıl, bir sanatçının yaşamında çok uzun ve önemli bir kesit. O yıllarda dış ülkelere gitme olanağı bulan bir avuç müziksever, Leyla Gencer’i belki Londra’da, Paris’te, Milano’da veya Verona’da rastlantı eseri yakalayabilmiş. Ülkeye döndüğünde eşe dosta soluğu kesilerek anlatmış duyduklarını, gördüklerini. Çoğumuz burun kıvırmayı sürdürmüşüz. Aradan yıllar geçmiş, Maria Callas, Renata Tebaldi gibi Leyla Gencer’le aşağı yukarı aynı yıllarda parlayan ve primadonna geleneğini bütün görkemiyle yaşatan son büyük sopranolar teker teker şarkı söylemekten ve sahneye çıkmaktan vazgeçmişler. Leyla Gencer ise opera sahnesinden konser sahnesine geçerek kariyerine devam etmiş.
Leyla Hanımla 1982 yılının Temmuz ayında Doğan Hızlan’la birlikte bir konuşma yapmışız. (“Leyla Gencer ile Herşey Üstüne” Cumhuriyet 8-9 Temmuz 1982) Konuşmanın bir yerinde bakın sanatçı ne diyor.
“Deliler gibi çalışırdım. On günde bir opera çıkarırdım. Operayı bir ay içinde mükemmelliğe eriştirebilmek için canım çıkardı. Korrepetitörün de canını çıkarırdım. Bir müzik cümlesini yüzlerce defa tekrarlardım. Sesin, piyano gibi, keman gibi, yani herhangi bir enstruman gibi üzerinde çalışılması gerekir. Niye şimdiye kadar ben böyleydim? Bu egzersizleri bırakmadığım için. Aslında opera söylemek daha kolaydır konserden. Çünkü operada tek başınıza değilsiniz. Kendi partinizi öğreniyorsunuz, ötekiler de size yardım ediyor. Düetler var, koro var. En fazla iki, bilemediniz üç arya söylersiniz. Resital öyle mi? Resitalde dinleyicinin ilgisini iki, üç saat sürekli çekmeniz gerekiyor. Bir konser için üç ay çalışıyorum. Bir yılda ancak üç konser çıkabiliyor bu çalışmayla.”
Bu sözler, yarım saat şarkı söyledi mi sesi yorulan, yılda belki bir opera bir de resital çıkardı mı epey iş görmüş sayılan şarkıcılara ibret olmalı.
Leyla Gencer’i yeniden nasıl keşfettiğimi artık herhalde merak ediyorsunuzdur. Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şey bu. 1984 yılının Ağustos ayında Paris’te St. Germaine Bulvarı’nda avare avare dolaşırken, bir plakçının vitrininde Leyla Gencer’in o güzel yüzüyle karşı karşıya geldim. Albümün adı Leyla Gencer in Scena’ydı. Yanında bir plak daha. L’Art de Leyla Gencer. Hemen içeri girip ne kadar Gencer plağı varsa çıkarttırdım. Plakların tümü korsan denilen türdendi. Yani belirli bir plak şirketi tarafından yapılmış stüdyo kayıtları değil, temsil sırasında, olumsuz koşullar altında alınmış, kötü kalite band kayıtlarıydı. Birkaç tane radyo kaydı vardı ki, bunlar ötekilerin yanında zemzemle yıkanmış sayılabilirdi. Çoğunda sahne gürültüleri, ayak sesleri, elbise hışırtıları, salondan gelen öksürükler ve ama en önemlisi daha aryalar birmeden patlayan çılgınca alkışlar ve “brava” sesleri.
Leyla Gencer in Scena plağındaki kayıtlar, 1957 ile 62 yılları arasında Milano, La Scala; Buenos Aires, Teatro Colon; Trieste, Floransa, Palermo, Salzburg Festivali ve Venedik, La Fenice Tiyatrosu’ndaki temsiller sırasında yapılmış. Soprano repertuarının akla gelen her stilindeki eserleri yetkinlikle yorumladığı görülüyor Gencer’in bu kayıtlarda.
Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma ve Don Giovanni’sinden tutunda, Bellini’nin I Puritani, Donizetti’nin Anna Bolena, Lucia di Lammermoor, Roberto Devereux, Massenet’nin Werther, Verdi’nin La Battaglia di Legnano, La Forsa del Destino, Macbeth, Rigoletto, Simon Boccanegra, I Due Foscari, Nabucco ve Il Trovatore operalarının birbirine hiç benzemeyen bir ses paleti içinde vermişti Leyla Gencer.
Tulio Serafin, Vittoria Gui, Arturo Basile, Gianandrea Gavazzeni, Alfredo Simonetto, ve Herbert von Karajan gibi şeflerin yönetiminde yorumladığı operalardı bunlar. Sahnede temsil sırasında yapılan bu amatör kayıtlarda tek bir sürçme yoktu. Ağzından çıkan her sözcük, bütün netliğiyle anlaşılıyordu. Canlandırdığı kahramanın kişiliğine büründüğünü, onu sahnede görmeden, kötü koşullar altında yapılmış bu kayıtlarda bile hissetmemeye olanak yoktu. O, küçük denilen ses, Gencer istediğinde dev gibi büyüyor, bütün duygusallığıyla canlandırdığı kahramanın dramatik kişiliğini yansıtıyordu. Tam, “ama ağır bir ses, hafifliği yok” derken, Rigoletto operasında Gilda’nın “Gualtier Malde” sözleriyle başlayan aryasının koloratura pasajlarını tüy gibi hafiflikle ve kolaylıkla, pırıl pırıl bir tınıyla söyleyiveriyor ve insanı şaşırtıyordu.
Gariptir, yine aynı günlerde, Paris’te Maria Callas’ın 1957 ile 62 yılları arasında dünyanın en iyi plak şirketleri tarafından yapılmış stüdyo kayıtlarını içeren The Art Of The Primadonna albümüyle karşılaştım. Leyla Gencer ve Maria Callas, aynı yıllarda, aşağı yukarı aynı repertuarı söylemekteymişler meğerse.
Callas’ın albümündeki kayıtların kalitesi mükemmel, en iyi orkestralar, en iyi şefler ve en iyi ses alma olanakları. Yanlış anlaşılmasın, Maria Callas hayran olduğum bir şarkıcıdır ve öyle de kalacaktır. Sesi olağanüstü geniş ve güçlüdür. Onun dramatik duyarlığına ulaşabilen bir başka opera sanatçısı henüz yetişmemiştir. Ne var ki Maria Callas’ın sesi, bazı bazı bir değil üç insanın gırtlağından çıkıyormuş gibi farklıdır. Hatta, zaman zaman sanki bir kuyunun dibinden gelir sesi. Düz bir çizgisi, belirli bir rengi yoktur, daha doğrusu pek çok rengi vardır. Kariyerinin sonuna doğru tizlerde sallanır. Son derece çarpıcı ve yırtıcıdır. Koloraturaları şeytanca hızlı ve nettir. İnanılmaz bir şarkı söyleme kolaylığı varmış gibi görünse de onun da Leyla Gencer gibi ölesiye çalışkan olduğu bilinir.
Maria Callas’ta Leyla Gencer’de olmayan çok önemli bir fazlalık vardır. Uluslararası destek. Leyla Gencer, Avrupa’da tek başınadır. Oysa Callas, Yunan asıllı Amerikalıdır, üstelik Meneghini adlı milyoner bir İtalyan menajerle evlidir. Avrupa ve ABD’de sözü geçen her kesimin salonları ona açıktır. Opera, konser ve plak angajmanları sorun değildir.
Değeri tartışılmaz Maria Callas ile yine değeri tartışılmaz Leyla Gencer arasındaki tek ve en önemli ayırım, birine tüm kapıların ardına kadar açılması, ötekine ise aynı kapıların hep zorlukla aralanmasıdır. Uzun sözün kısası Leyla Gencer, bugün dünyada kendi başına adını duyurmuş tek Türk opera sanatçısıdır ve hâlâ Devlet Sanatçısı olmamıştır.
(Leyla Gencer, bu yazıdan dört yıl sonra 1988 yılında Devlet Sanatçısı oldu)
1 9 8 6
POSTA MONTHLY NEWSPAPER
1986 August
KADIN MONTHLY MAGAZINE
1986 September
1 9 8 7
MİLLİYET DAILY NEWSPAPER
1987.07.23
1 9 8 8
ORKESTRA MONTHLY MAGAZINE No.173
1988 January
CUMHURİYET DAILY NEWSPAPER
1988.08.10
1 9 8 9
MİLLİYET WEEKLY ART MAGAZINE
1989
HÜRRİYET DAILY NEWSPAPER
1989.01.07
TEMPO WEEKLY MAGAZINE
1989 July
1 9 9 2
CUMHURİYET DAILY NEWSPAPER
1992.07.14
1 9 9 3
ORKESTRA MONTHLY MAGAZINE No.238
1993 June
1 9 9 4
CUMHURİYET DAILY NEWSPAPER
1994.01.11
CUMHURİYET MAGAZINE
1994.12.18
1 9 9 5
MİLLİYET DAILY NEWSPAPER
1995.09.09
1 9 9 6
LİDERLER MAGAZINE No.2
1996 September/October/November
1 9 9 7
UNKNOWN DAILY NEWSPAPER
1997
HÜRRİYET DAILY NEWSPAPER
1997.02.06
HÜRRİYET SUNDAY WEEKLY MAGAZINE
1997.09.14
TEMPO WEEKLY MAGAZINE
1997.09.17
HÜRRİYET DAILY
NEWSPAPER
1997.12.09
Obituary advert for soprano
Zehra Yıldız, who died unexpectedly during a performance of Fidelio in Karlsruhe Opera
1 9 9 8
CUMHURİYET DAILY NEWSPAPER
1998.12.03
MİLLİYET DAILY NEWSPAPER
1998.12.12
1 9 9 9
CUMHURİYET DAILY NEWSPAPER
1999.12.26
CUMHURİYET DAILY NEWSPAPER
1999.12.29
2 0 0 0
ADAM MONTHLY ART MAGAZINE
2000 January