LEYLA GENCER'İ ANMAK VE DONIZETTI RÖNESANSI
2018.05.17
Sesi, dramatik yeteneği ve keskin zekâsıyla seslendirdiği rollere getirdiği yeni solukla 20. yüzyıl opera dünyasına damgasını vuran Leyla Gencer’in aramızdan ayrılışının onuncu yılı 2018.
Gencer’in yetmişi aşkın operaya varan inanılmaz repertuarında Donizetti’nin özel bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Sanatçının uluslararası kariyerinin başladığı 1950’lerde, Donizetti’nin bugün dünya sahnelerinin vazgeçilmezlerinden olan bel canto operaları bugünkü popülerliğinden çok uzaktı. Sanatçının Donizetti’nin az bilinen operaları üzerine yaptığı çalışmalar kariyerindeki önemli dönüm noktalarından biridir hiç kuşkusuz. Bestecinin unutulan eserlerine yeniden hayat vermesi ve opera edebiyatına yeniden kazandırması onu Donizetti Rönesansı’na katkıda bulunan az sayıda sanatçıdan bir haline getirmiştir.
Leyla Gencer, 1957’de başlayıp, yirmi yılı aşkın bir süre, 1978’e dek süren Donizetti serüveni boyunca bestecinin on eserini birçok önemli müzik merkezinde seslendirdi: Lucia di Lammermoor (1957), Anna Bolena (1958), Poliuto (1960), Roberto Devereux (1964), Lucrezia Borgia (1966), Maria Stuarda (1967), Belisario (1969), Messa di Requiem per Bellini (1970), Caterina Cornaro (1972) ve Les Martyrs (1975). Özellikle Caterina Cornaro, Roberto Devereux, Belisario, Maria Stuarda, Poliuto, Lucreiza Borgia ve Anna Bolena’da seslendirdiği karakterlerin yorumlanmasına getirdiği yenilikler, bu eserlerin canlanıp günümüzdeki popülerliklerine ulaşmasında büyük rol oynamıştır. Gencer, Maria Callas’ın açtığı bu kulvarda bayrağı taşımış ve Montserrat Caballé, Beverly Sills, Joan Sutherland ve Janet Baker gibi büyük isimlerle birlikte Donizetti Rönesansı’nı doruğa ulaştırmıştır.
Ancak sanatçının canlı performanslara ağırlık vermesi dolayısıyla, yorumlarının çoğu nitelikli kayıtlardan ziyade, bugün dünyada epey alıcısı olan korsan kayıtlarıyla günümüze ulaşabilmiştir.
Yıllardır Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın sezon programlarında konser formatında seslendirilen operalarla andığımız Leyla Gencer’in ölümünün onuncu yılında farklı bir proje gerçekleştirmek istedik. Sonunda da kalıcı olması açısından onun kariyerinde büyük önem taşıyan Donizetti eserlerinden oluşan bu CD projesinde karar kıldık.
Bu projeye, sanatçının arşivine bakarken bulduğumuz ve Lorenzo Arruga tarafından düzenlenen Trieste Semineri’nin 1982 Eylül’ünde Musica Viva dergisinde yayımlanan notlarının esin kaynağı olduğunu söyleyebiliriz. Donizetti operalarının üç kraliçesini (Anna Bolena, Elisabetta, Maria Stuarda) konu alan seminerde tutulmuş son derece etkileyici notlardı bunlar ve biz de bu üç kraliçeyi Gencer’in sesinden sunmanın çok isabetli olduğuna karar verdik. CD’lerle birlikte yayımlanan bu kitapçıkta yer alan seminer notlarının sanatçının bakışı hakkında iyi bir fikir vereceğine inanıyoruz.
Gencer, söz konusu seminerinde “…. Biz yorumcular için, bu operaları yorumlamak gerçek bir risktir, çünkü eseri sıradan hale getirebilecek olanlar da yine bizleriz” demişti. Biz de “sıradan” olmayan bu üç yorumu, ona yakışır bir şekilde müzikseverlerle buluşturarak kendisine saygımızı sunmanın bulunmaz bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.
Kaliteleri düşük olmakla birlikte tarihi açıdan değer taşıyan bu kayıtları keyifle dinleyeceğinizi umuyoruz.
Ahmet Etem Erenli
Genel Müdür
© Borusan Sanat
REMEMBERING LEYLA GENCER & DONIZETTI RENAISAANCE
2018.05.17
2018 marks the tenth anniversary of Leyla Gencer’s passing away; a towering figure of the 20th-century opera scenes who has brought a fresh and innovative interpretation to her roles with her voice, her dramatic talents and musical intelligence.
Gencer’s vast repertoire encompassed more than seventy operas and Donizetti definitely had a special place in it. In the 50s, when her international career took off, Donizetti’s bel canto operas were far from their current worldwide popularity. The artist’s painstaking and diligent work on the composer’s lesser-known operas, undoubtedly, became a cornerstone of her illustrious career. Her revival and performance of long-forgotten works placed them back in the current opera literature and made Gencer one of the few artists who have contributed to the Donizetti Renaissance.
Leyla Gencer’s Donizetti adventure started in 1957 an lasted for twenty years until 1978, during which she performed ten operas of the composer: Lucia di Lammermoor (1957), Anna Bolena (1958), Poliuto (1960), Roberto Devereux (1964), Lucrezia Borgia (1966), Maria Stuarda (1967), Belisario (1969), Messa di Requiem per Bellini (1970), Caterina Cornaro (1972) and Les Martyrs (1975). She had been particularly influential in the revival of Caterina Cornaro, Roberto Devereux, Belisario, Maria Stuarda, Poliuto, Lucreiza Borgia and Anna Bolena. In this daring quest, Gencer took the flag from Maria Callas and helped Donizetti Renaissance reach its pinnacle together with legends like Monserrat Caballé, Beverly Sills, Joan Sutherland and Janet Baker.
However, only some her electrifying and critically acclaimed performances could see the light of day by way of pirate recordings, much in demand by opera buffs today, due to the artist’s preference of live performances over recordings.
For almost ten years, Borusan Sanat has been annually commemorating Gencer with opera-in-concert performances in Borusan Istanbul Philharmonic Orchestra’s season programs. However, the tenth anniversary had to be special and after much deliberation and thinking, we decided on this CD project of Donizetti works as a fitting tribute to her.
The inspiration for Donizetti Queens came from the notes of Trieste Seminars—organized by Lorenzo Arruga—published in September 1982 in the Musica Viva magazine. These notes transcribed from Gencer’s speech shed a bright light on the three queens of Donizetti (Anna Bolena, Elisabetta, Maria Stuarda) and conveniently gave us the idea of presenting them through Gencer’s voice and interpretation. We believe these notes, also included in this booklet, will be a good reading to grasp the artist’s take on how to perform these psychologically loaded and challenging characters.
In the seminar, Gencer said, “.… It is a risk for opera us, opera singers, to perform these roles, because it is again us who could turn them into something ordinary.” So, we eagerly take the opportunity to pay our homage to her with this project, which brings together three “extraordinary” interpretations.
We hope these historically significant recordings, despite their low quality, will offer a pleasurable listening to everyone.
Ahmet Etem Erenli
General Manager
© Borusan Sanat
LEYLA GENCER'İ ANMAK
2018.05.17
Borusan Sanat olarak, sezon programlarımızda Leyla Gencer’e her zaman özel bir yer ayırıyoruz. 2009’dan bu yana, her yıl Leyla Gencer’i bize ve opera dünyasına kattığı değerler için anıyor; onun müziğe ve operaya olan sevgisini her yıl bir kez daha kutluyoruz.
Geçtiğimiz 10 yıl içinde Leyla Gencer’i, sanatçının kariyerine damga vurmuş ve onun imzasını taşıyan Tosca, Aida, La Traviata ve Norma gibi operalarla olduğu kadar uzun süredir İstanbul’da seslendirilmeyen Salome ve geçtiğimiz sezon ülkemizde ilk kez seslendirilen Richard Strauss’un Güllü Şövalye operalarıyla da andık; bu yapıtların izleyiciyle buluşmasının Gencer’in sanat yaşamının anısına çok özel bir armağan olacağını düşündük…
Bu konserde Leyla Gencer’i, kendisine bir armağan niteliği taşıyan, Akademi BİFO katılımcıları tarafından seslendirilecek Puccini’nin Gianni Schicchi operasıyla selamlayacağız. Borusan Sanat çatısında kurulan ve iki sezondur çalışmalarını gerçekleştiren Akademi BİFO üyeleri bu yapıta, başta Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın sürekli şefi ve sanat yönetmeni Sascha Goetzel ve yönetmen Yekta Kara olmak üzere; Luciana Serra, Renato Bruson, Giuseppe Sabatini, Vincenzo Scalera ve Eva Mei gibi dünya operasının önemli yıldız sanatçıları tarafından hazırlandı; kendilerine bu çalışmalar süresince piyanistlerimiz Figen Yiğitgil ve Barış Büyükyıldırım eşlik ettiler. Leyla Gencer’in eğitime verdiği önemin de bilincinde olarak, tüm eğitmenlerimize ve Akademi BİFO üyelerine özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ederiz.
Leyla Gencer’in kariyerindeki dönüm noktalarından biri hiç kuşkusuz ki, Donizetti’nin unutulan yapıtlarına hayat vermesi ve opera edebiyatına yeniden kazandırması oldu. Gencer 1957–1975 yılları arasında Donizetti’nin 10 yapıtını seslendirdi: 1957’de Lucia di Lammermoor, 1958’de Anna Bolena, 1960’ta Poliuto, 1964’te Roberto Devereux, 1966’da Lucrezia Borgia, 1967’de Maria Stuarda, 1969’da Belisario, 1970’te Messa di Requiem per Bellini, 1972’de Caterina Cornaro ve 1975’te Les Martyrs... Bu operaların hemen hepsi günümüz opera edebiyatına Leyla Gencer’in çalışmaları sonucunda girdi. Bu akşamki konserimizin ikinci bölümünde Gencer’le birlikte anılan, Maria Stuarda, Roberto Devereux ve Anna Bolena operalarından bölümler, dünya operalarında yer alan ve Leyla Gencer ile birlikte çalışma şansını yakalamış değerli sanatçılarımız tarafından seslendirilecek.
Leyla Gencer’i, aramızdan ayrılışının 10. yılında anarken, onu opera tarihine altın harflerle kazıyan bu üç yapıtın kayıtlarını da, çok özel bir sunumla siz opera severlerle paylaşmak istedik. AK Müzik ile birlikte Anna Bolena, Maria Stuarda ve Roberto Devereux operalarının yeni CD’lerini sizlere sunmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz.
Elbette, Leyla Gencer’i anmak, onu yaşamı ve sanatıyla birlikte yeni kuşaklara aktarmak için gerçekleştirdiğimiz çalışmalar bununla sınırlı değil... 1986 yılında İtalya’da Romanzo vero di una primadonna başlığıyla Franca Cella tarafından kaleme alınan ve Leyla Gencer’in yaşam öyküsünü anlatan İngilizce kitap, Borusan Sanat’ın katkılarıyla okurlarla buluşacak. Bunun yanı sıra, Ekim ayında Yapı Kredi Yayınları ve Borusan Sanat iş birliği ile yayımlanacak olan kitap için Evin İlyasoğlu’nun hazırlıklarını sürdürdüğünü de müjdelemek isteriz. İstanbul Kültür Sanat Vakfı, Borusan Sanat ve La Scala Akademisi iş birliğiyle gerçekleştirilen 9. Leyla Gencer Şan Yarışması ise opera dünyamıza yeni yıldızlar kazandırmak için Eylül ayında gerçekleşecek.
İmza attığımız konserler, gerçekleştirdiğimiz yayım, kayıt çalışmaları ve iş birlikleriyle Leyla Gencer’in anısına bir armağan sunabildiysek, ne mutlu bize...
Ahmet Etem Erenli
General Manager
© Borusan Sanat
As Borusan Sanat, we always spare a special place for Leyla Gencer
in our seasonal programs. We’ve been commemorating her every year since 2009,
for all the great things that she did for the opera and for us. Each year, we
celebrate her love for music and opera. In the past 10 years: we commemorated
her with some of her signature operas such as Tosca, Aida, La Traviata,
Norma; and also with operas like Salome that hadn’t been performed in
Istanbul since long time and last season; with Der Rosenkavalier of Richard
Strauss, which was performed for the first time in Turkey. We thought that
performing these operas before the Istanbul audience would be a special way of
celebrating Gencer’s artistic career... In tonight’s concert, we’ll pay our respects to Leyla Gencer first
with Puccini’s Gianni Schicchi which will be performed by the young singers of
Academy BIPO. Academy BIPO was founded two years ago and its young members have
been trained mainly by Sascha Goetzel- the chief conductor and Artistic
Director of Borusan Philharmonic Orchestra and director Mrs. Yekta Kara. And
they’ve also attended masterclasses of opera stars such as; Luciana Serra,
Renato Bruson, Giuseppe Sabbatini and Eva Mei. During these trainings they were
accompanied by pianists such as Vincenzo Scalera, Fügen Yiğitgil and Barış
Büyükyıldırım. As we acknowledge how much importance Leyla Gencer gave to
education, we would like to thank all our teachers and Academy BIPO members for
all their dedicated efforts. One of the turning points of Leyla Gencer’career was when she
revived Donizetti’s forgotton operas and rebrought them into the opera
repertoire. Gencer sang 10 operas of Donizetti between the years 1957–1975:1957-Lucia di Lammermoor, 1958-Anna Bolena, 1960-Poliuto,
1964-Roberto Devereux, 1966-Lucrezia Borgia, 1967-Maria
Stuarda, 1969-Belisario, 1970-Messa di Requiem per Bellini,
1972-Caterina Cornaro and 1975-Les Martyrs...Almost all of
these operas were reincluded in the opera repertoire thanks to the efforts of
Leyla Gencer. Tonight, at the second part of our concert: we’ll perform
excerpts from some of Gencer’s signature operas such as Maria Stuarda,
Roberto Devereux and Anna Bolena with the presence of very special
Turkish opera singers who’ve been singing at theatres all around the world and
that had the chance to work with Leyla Gencer. Whilst we commemorate
Leyla Gencer at the tenth year of her passing by, we also wanted to share the
recordings of these three operas that engraved her name gloriously in the opera
history, with a very special presentation. We’re very happy to present the new
CDs of Anna Bolena, Maria Stuarda and Roberto Devereux that
were prepared through our cooperation with A.K. Müzik. Of course that’s not all
we did to commemorate Leyla Gencer and to share her life and art with the upcoming
generations....The book named Romanzo vero di una primadonna which
is based on Leyla Gencer’s life, written in 1986 by Franca Cella in Italian,
will now be published in English thanks to Borusan Sanat’s contributions. And
we’re also happy to announce that through the cooperation of Borusan Sanat and
Yapı Kredi Culture and Arts Publishing, another book about Leyla Gencer is
being written by Evin İlyasoğlu and will be published soon. The 9th edition
of the International Leyla Gencer Voice Competition organized by the
cooperation of Istanbul Foundation of Culture and Arts, Borusan Sanat and
Accademia della Scala, will once again be held in September to present new
stars into the opera world. And we’d be more than happy, if we can manage to
commemorate and honour Leyla Gencer well, through all these concerts, books,
CDs and cooperations.
DONIZETTI'NIN ÜÇ KRALİÇESİ
FROM MUSICA VIVA MAGAZINE
ARRANGED BY LORENZO ARRUGA
Leyla Gencer’in Trieste’deki semineri için aldığı notlar Musica Viva Dergisi 1982 Eylül sayısı. Notları düzenleyen Lorenzo Arruga [Türkçeye Çeviri © Ayşen Zülfikar]
Böyle büyük bir gelenek ile ilgili bir seminere katılmak biraz korkutuyor beni. Bu durumda bir çelişki olduğu söylenebilir. Bir solist olarak tiyatroda, birçok Donizetti operasında canlandırdığım tüm rollerin gerçekliğini yakaladığıma ve bunu izleyiciye aktardığıma eminim. Şimdi beni bu gerçeklik nedeniyle buraya çağırdığınıza göre konuyu tartışmaya açıyorum; ben yorumlarımın göreceliliğini hissediyorum, bugün oynasaydım belki bazı değişiklikler yapardım.- Bu gözle tekrar bakmak kolay değil.
Fakat her halükarda prensiplerimin doğruluğundan kesinlikle eminim: özellikle Donizetti için. Bu prensipler içerisinde en önemlileri: bestecinin yazdıklarına sadakat, psikolojik olguların araştırılması, karakterin ses çizgisi üzerinden edebi ve dramatik analizi, on sekizinci yüzyıl İtalyan operalarının dil özelliklerinin derin bilgisi, yazarın kendine has dilinin ve farklılıklarının özenle incelenmesi.
Üç Kraliçe
Oldukça popüler bir konuya sözel ve müzikal örneklerle katkıda bulunmak isterim; ki bu konuda büyük bir kafa karışıklığı olduğu inancındayım: Kraliçeler.- Üç İngiliz kraliçesini inceliyorum (operaların yazıldığı dönemde Walter Scott’un romanları oldukça revaçtaydı- Donizetti İngiltere’de geçen başka operalar da yazdı- Il Castello di Kenilworth (Kenilworth Kalesi) ve Rosmonda- tüm bu operalarda saray, komplolar, entrikacı karakterler, adaletsizlikler, önemli kadın baş karakterler… yer almaktaydı.)
Donizetti bunların içerisinden üç kraliçeyi seçti- Donizetti Rönesansı: Anna Bolena, Maria Stuarda, Roberto Devereux operasındaki Elisabetta. (Orkestra şefi Gavazzeni ve Rejisör Visconti’nin La Scala Operası’ndaki meşhur Anna Bolena prodüksiyonu ile 1957 yılında Donizetti Rönesansı resmen başlamış oldu.- Bu rolü Maria Callas’ın kastı olarak hazırladım, daha sonra RAI televizyonunun 1958 yılı prodüksiyonunda ve ilerleyen yıllarda ben canlandırdım.- Stuarda ve Elisabetta benim Donizetti repertuarımın temel taşlarıdır: onlara tekrar hayat verdim ve yazılmalarından yıllar sonra yeniden repertuara alındılar.
Burada bir önyargı vardır: Donizetti’nin yazı dilinin acelecilik ve kompozitörün doğası nedeniyle sıradan, tekrar edici olması. Stili, yeteneği, formları ile - “İngiliz Donizetti’si” bir tür olarak kabul edilebilir. Bazı açılardan kraliçeler birbirine karıştırılabilecek derecede birbirine benziyor.
Bazı okuyucular ve sabırsız dinleyiciler için tabi ki Donizetti’nin dikkat dağınıklığı ve çelişkilerinden söz edilebilir…- Biz yorumcular için, bu operaları yorumlamak gerçek bir risktir, çünkü eseri sıradan hale getirebilecek olanlar de yine bizleriz. –Bir opera sıradan olabilir, bu durumda yapacak hiçbir şey yoktur, fakat genellikle sıradanlaştırılma nedenleri şöyle sıralanabilir: 1) Donizetti’nin dehasına az güvenilmektedir; 2) Genel kanıya göre on sekizinci yüzyıl operaları yoruma açık olmayıp, sabit bir yapı içerisinde yazılmıştır. 3) Ses kullanımının tek ve en önemli değer olarak kabul edilmesi- zaman zaman farklı anlamlar ifade edebileceği kanısının oturmamış olması.
Fakat Donizetti’nin yazı dilinde, yorumcunun sahip olması gereken ses çizgisi esnektir ve gereken yerlerde farklı ifadeler aranmasını gerektirir.” Doğru okumasını” bilen kişi için her şey notada yazılmıştır. Unutmamak gerekir ki müzikal stili yıllar içerisinde değişim gösterdiyse de Donizetti romantik dönemin içerisinde yaşayan bir besteciydi. Ve daha modern bir tiyatronun ortaya çıkması yolunda insan sesini drama özelliklerine sıkı sıkıya bağlamayı tercih etti. Bu tiyatro modeli (On sekizinci yüzyılın ilk dönemine kıyasla daha modern, fakat aynı zamanda da daha samimidir…-Dramaturji, Verdi’nin seviyesine ulaşılması imkansız dramaturjisine oranla daha dağınık fakat aynı zamanda daha serbesttir…) Yapı, anlatım dili ve vokal çizgisi olarak sürekli bir devinim vardır… - Burada esas olan libretto ile olan ilişkidir. Resitatiflerin taşıdığı önem- müzikteki aralarının değeri- dışa vurumcu bir görev üstlenen koloratura (Tüm süslemeler yazılıdır, eskisi gibi solistlerin inisiyatifine bırakılmamaktadır.) –karakterler için psikolojik rehber görevini üstlenen libretto. – Bu temel ve farklı açılardan da birbirine bağlı özellikler ile karakter ve ambiyans bağı kurulmaya başlanır.
Söz konusu üç operada yer alan üç Kraliçe birbirinden çok farklı karakterlere sahiptir: Her biri eserin başından itibaren tutarlı psikolojik yapı özellikleri gösterir, kendilerine has ifade tarzları ile ve sağlam bir dramatik örgü sunarlar. – Donizetti birbirinden farklı karakterleri son derece modern bir bakış açısıyla yorumlamıştır.
Konuyu tamamen anlayabilmek için bu akşam ve gece yeterli olmayabilir…- Fakat üç giriş ve finalin karşılaştırılması ile bazı önemli bulgular ortaya konulacaktır.
Üç Giriş
Anna Bolena (1830. Konu: İngiltere Kraliçesi Anna Bolena, Kral Enrico’nun çok genç eşi, ihanet ile suçlanmıştır: Kral, Anna’nın ilk sevgilisi Percy ile gizli bir ilişki olduğuna inandığını yalanını söyler- Giovanna Seymour’a aşık olan kralın isteği üzerine konsey Anna’yı idama mahkum eder. )
Operanın başından sonuna dek yazılı olan uzun ve ağdalı cümleler ile sarayın kasvetli havası, entrikalar, kuşkular ve adaletsizlikler hissedilir.
Bu operada da konu aldığımız diğer iki opera gibi başrolün girişi resitatif/kavatin/ cabaletta müzikal yapısı içerisinde gerçekleşir: fakat her bir operada farklı karakteristik özellikler bulunur.
Resitatif şu sözlerle başlar: Si taciturna e mesta mai non vidi assemblea. (Hiç böyle sessiz ve üzgün görmemiştim sizleri…). Yorumcunun burada ilk andan itibaren ses rengi ve vurguları ile karakteri ortaya koyması gerekir…-Resitatif girişleri tiyatroda bir oyuncunun antrelerine denk gelmektedir. Bazı kişiler tarafından aryalardan daha önemsiz oldukları düşünülse de resitatifler mırıldanılarak hızla geçiştirilebilecek küçük bölümler değildir. Orkestra şeflerinin de kabul ettiği gibi Romantik Dönem operalarında kural olarak resitatiflerin her zaman 4/4’lük ritimde yazılma nedeni bestecinin katı bir ölçü birimi kullanma arzusu içinde olmasından ziyade yazarın verdiği bilgiler doğrultusunda zenginleşen serbest bir cümle hissi vermektir. Daha girişteki akorların içerisinde dahi karakterin soyluluğu ve bu kraliçenin mutsuz kaderini kehanet eden çaresiz melankolisi hissedilir. (Maria Callas bu melankoliyi daha belirgin hale getiren koyu bir ses rengi kullanırdı ve hem sesi hem de sahne duruşu ile dinleyiciyi anında etkilerdi. Fakat benim Bolena’m daha açık bir ses rengine sahipti: 1958’de RAI için Maestro Gavazzeni ile gerçekleştirdiğimiz prodüksiyonda bu şekilde düşündüm onu; çok genç, olgunluğa ulaşmamış bir kadın olarak).
Kavatin Come, innocente giovane etki yaratmak için yazılan bir arya değildir: sakince dile getirilen içsel bir konuşmadır- Donizetti’nin önemli ve karakteristik a parte lerinden biridir: Ünlü yazarlar Corneille ve Moldoni’ninin eserleri gibi karakteristik bir renge sahiptir. Aryada; evlenmek için kralı seçmesine neden olan hırsı yüzünden kaybetmiş olduğu masumiyetin hüznünden bahseder. Sonuyla ilgili ipucu vermeye devam eder; ilk aşkından bahsederek bunu vurgular fakat sonra tekrar kendini toparlar, onu zina ile suçlayacak olan ve insanların ruhsal durumlarını algılayıp zayıflıklarından faydalanan Kral Enrico’nun entrikalarında kullanacağı bir bilgi verir. – Başlangıçta düz giden şan çizgisi daha hareketli bir yapıya ulaşır; süslemeler, gruppettolar ifadeyi güçlendirmek için yazılmıştır. Şarkıcının vokal yeteneğini ortaya koymak için yazılmış notalar değillerdir. Örneğin “il core” kelimesi söylenirken ses melankolik bir şekilde kaydırılabilir; tıpkı bir gözyaşının akışı gibi…
Bir otoportre- itiraf olarak adlandırılabilecek arya cabaletta Non v’ha sguardo’da çözülür. (Gavazzeni’nin uygulamış olduğu kesinti, anlatımdaki devamlılığın kesin bir şekilde altını çizer.) : ifadenin akıcılığı sağlanır. Notada yazılı olan “rinforzando” işaretlerinin gerektirdiği yorumu tam anlamıyla vermek önemlidir: apojatürler, vurgular solist için verilen işaretlerdir. Ani iniş çıkışlar gibi yoğun aksanlar yoktur: ruhundaki heyecanı ifade ederler. Baştaki belirgin aksanlarla ile karakterin ruh hali ortaya konduktan sonra, diğer işaretler dokunaklı, doğal ve tutarlı olarak devam eder.
Maria Stuarda (1834. Konu: İskoçya’nın güzel, çekici Katolik Kraliçesi Maria Stuarda. Kısa bir süre Fransa Kraliçesi de olmuştur. Katolik dünyasına göre aynı zamanda İngiltere tahtının da varisi idi. Bu yüzden birçok entrikaya kurban edilmiştir. Aynı zamanda kuzeni olan ve hayatı boyunca onun cazibesini kıskanan Elisabetta tarafından iftiraya uğramış ve idama mahkum edilmiştir.- Schiller’e göre yirmi senesini hapiste geçirmiştir.- Donizetti’nin operasında iki kraliçe Forteringay’de karşılaşırlar fakat tarihsel bilgilere göre böyle bir şey olmamıştır. )
Resitatif- Rallenta il piè, Regina.
-E chè! Non ami chè ad insolita gioia…
Bu giriş orkestranın daha ilk notalarından itibaren bir açıklık, özgürlük hissi verir. Sunulması gereken bir durum ve karakter vardır. Uzun bir beklemeden sonra ilk kez arya ile sahneye girilmesi karakterin tepkilerini özgür bırakır. Bu operada sesin rengi en önemli unsurdur; Anna Bolena ve Roberto Devereux operalarından çok farklıdır: daha parlak, daha ümit dolu ve canlıdır çünkü özgürlük hissi, soluduğu hava, aldığı kokular yaşamın anlamıyla bağlantılıdır (ve aynı zamanda bu romantik doğa Maria’nın kişiliğini bize aynalar. Librettoda kullanılan kelimeler 17. yüzyıldan Foscolo’ya kadar kullanılan edebiyat geleneğine aittir…) Uzun yıllar boyu hapsedilen ve yine de boyun eğmeyen kraliçe hala bu savaşı kazanacağına inanmaktadır.
Burada bir hüzün hissedilmez (Anna Bolena’da olduğu gibi). Bir güç hırsı yoktur (Elisabetta’da olduğu gibi her cümle vurguyla söylenmez). Kendini hayata yeniden açmanın çekici, feminen havası vardır bunların yerine. Hissettiği özgürlük duygusu ona eğitim aldığı ve ilk gençliğini geçirdiği Fransa’daki yıllarını anımsatır. (Çok kültürlü bir kişiydi, altı dil konuşuyor, Latince yazıyor, şiirler yazıyordu, ünlü Fransız Şair Ronsard da ona şiirler yazmıştır…) ve daha sonra eşi olacak olan kral ile arkadaşlık yapmıştır. Oldukça dolu bir karakter vardır burada (aynı zamanda olgundur da, operanın ilerleyen sahnelerinde göreceğimiz gibi anlatılan olaylar gerçekleştiği dönemde öldüğünde 45 yaşındadır.) ve hayatı yeniden keşfetmenin cazibesi içerisinde seyirci karşısına çıkar. Stuarda hep bu feminen havayı taşır. Kavatin: O nube, che lieve… Anna Bolena’nın giriş aryasından tamamen farklı bir devinim içerisindedir: eğitim gördüğü ülkeyi anımsayarak geçmişini ansa da; direkt, spontane bir anlatımı vardır. Neredeyse kendinden geçip bir bulutun peşinden koşacak gibidir. – Olabildiğince zarif bir ses rengi aranmalıdır, zira bir bulut hakkında şarkı söylerken sert olunması yanlıştır. Aryada hareket vardır, Stuarda görüntüler ve düşüncelerin peşinden gider, feminenliğin bir özelliği olan uyum duygusunu hissettirir. Kraliyet havasına sahiptir, dini inancı kuvvetlidir ve finalde de kahramanca bir duruş sergiler. – (Bu bölümü söylerken her zaman Don Carlos’taki Tu, che le vanità aryası arasında bir benzerlik hissetmişimdir. O da ünlü Fransız yazar ve vaiz Bossuet’in vakur anlatımına benzer bir giriş ile başlar: Çiçeklerin, çeşmelerin; Schiller’in, doğanın, Fransa’nın hatıraları vardır…Üzerinde düşününce bir çok şey kesişiyor bu iki aryada: dolayısıyla ikisini de seslendirirken geçmişi anımsamanın o büyülü rengini arama arzusu doğal olarak içimde uyanıyordu.)
Roberto Devereux: (1837. Konu: Roberto Devereux, yaşı ilerlemiş kraliçenin gözdesi, İrlanda’daki görevinde başarısız olduğu ve aynı zamanda duygusal olarak bir ihanet şüphesi altında olduğundan utanç verici bir duruma düşmüştür. Bunun suçlusu kraliçenin danışmanı Nottingham Dükü’nün eşi ve baş nedimesi Sara’dır. Elisabetta intikam almak için Roberto’yu ölüme mahkûm eder; buna pişman olsa da artık çok geç olmuştur.)
Operanın büyük çoğunluğuna Elisabetta damgasını vurur: Kudretli bir Kraliçe ve acılar çekmiş bir karakterdir. Bir tarihçinin söylemine göre bu kadar önemli bir kişilik olmasına kararsızlıkları sebep olmuştur. Hayat felsefesi “doğru zamanı beklemek” olan kraliçenin bu duruşu yaşadığı zamana göre en doğru stratejiydi ve başarısının sırrıydı. Kararsızlık ve şüphecilik karakter özellikleriydi. VIII. Enrico ve Anna Bolena’nın kızı olarak çocukluk ve gençlik yıllarında ezilen, her zaman tehlike içinde olan, tehdit edilen Elisabetta kurnazlık ve sinsilik ile, herkesten şüphe duyarak kendisini korumayı ve istediğini almayı öğrendi. Aynı zamanda erkeklere karşı da şüpheci olan kraliçe onlardan da travmalar almıştır.
Girişteki ilk akorlardan itibaren Kudretli Elisabetta kraliyetin tüm görkemiyle sunulur. Donizetti’nin algıladığı ve müziğine de yansıttığı İngiliz kraliyetinin haşmeti: dini müziklerin yankısı, saraylardaki törenlerin şatafatı hissedilir. Elisabetta sahnenin gerisinden kraliyet kıyafetleri içinde ve yaverleri eşliğinde içeri girer. Tıpkı bir kaya gibi güçlü ve heybetlidir.
Büyük bir otorite sahibi olma ve yönetmenin gerektirdiği ses rengi ile: söylediği ve okuduğu her şeyi iyi bir şekilde artiküle eder. İrlanda yenilgisinin akabinde Roberto’yu huzuruna kabul edecektir fakat içinde bir şüphe vardır ve sadakatsizliğini sorgulama isteği içindedir. Hislerini Sara ile paylaşır fakat her zamanki gibi Kraliçe havası içerisinde yapar bunu. Devereux’ye çok bağlı olmasına rağmen onu ölüme mahkûm edecektir: Çok Freudyen ve şaşalı bir harekettir bu: bir erkekten intikam alırken neredeyse annesinin ölüme mahkûm edilmesinin intikamını alıyor gibidir… - (Seslendireceğim operaların hazırlık aşamasında konu hakkında yazılmış hemen her şeyi okuma alışkanlığım var, yorumumu bu bilgiler doğrultusunda biçimlendiriyorum. Bu konuda mübalağaya kaçtığım zamanlarda yönetmen ve orkestra şefleri beni uyarıyorlar.) Kavatin ve cabaletta doğal olarak bu betimsel, aynı zamanda yüksek tansiyonlu resitatif tarafından şekillenir.
Aryanın tamamında Elisabetta’nın tutumu değişken ve tutarsız ruh halleri ile ortaya konur. Büyük bir hiddet hissedilir (Un perfido, un vile, un traditor bölümünde ani çıkışlar bulunur: müzikte vurgu, şiddet, keskinlik vardır.) Ve çok hassas, acı dolu hatıraları anımsadığı bölüm (sevdiği adam ile karşılaşmaları: Alma infida, ingrato core…); bu sırada kraliçenin görkemli havası koro ve orkestraya da taşınır.
Üç Final
Üç operanın finali de kraliçelerin üzerine kurulmuş olup resitatif/arya/kabaletta formülünün oldukça özgür bir şekilde yorumlanmasından oluşur. Fakat cabaletta çok hızlı değildir ve hüner gösterme amaçlı yazılan aryaların finalleri kadar süsleme içermezler. Daha ağır bir çizgide yazılmışlardır: Donizetti, operalarının final cabalettalarında hemen hemen hiçbir zaman “maestoso” (görkemli) terimini eklememiştir. Cabalettanın tekrarında yapılan varyasyonlar minimum seviyededir ve koro da katılır. (Romantik dönem korosu: Yunan trajedileri örnek alınmış, Donizetti’nin hocası Simon Mayr tarafından tekrar şekillenmiştir…)
Anna Bolena. Donizetti’nin operalarında oldukça sık kullandığı bir delilik sahnesi ile sona erer. (delilik sahnelerinde bir Sanat Komedisi örneği olan Alesandro Manzoni’nin eseri Adelchi’de reddedilmiş Ermengarda’nın delirmesi ve affederek ölmesi formu kullanılır. – romantik dönemin ilk kadın hikayelerinden itibaren trajediden ziyade duygusal bir taşkınlık durumu kullanılmaya başlanmıştır.)
Resitatif Piangete voi? D’onde tal pianto? Anna’nın hizmetlilerinin oluşturduğu muhteşem bir koro bölümü sonrasında başlar. Kraliçe onlara seslenir, sürekli gelip giden bilinç halleri içerisinde gerçekleşen bir delilik sahnesidir: aklından geçen ve bir sonuca ulaşmayan fikirler, hatıralar, kâbuslar, trajik hayatından bölümleri tekrar yaşadığı anlar vardır. Bu anlarda gençliğine dair mutluluklar, özlemler, masum duygular meşhur aryada birbirinin ardından geçer. – Burada yine uygun bir ses rengi kullanılmalıdır: ruhani, neredeyse cennetten geldiği hissi veren bir ton olmalıdır. –Tempoda kalmak gereklidir fakat biraz esnek davranılabilir.- Kelimelerin doğruluğunu hissettirmek adına genişlik hissi verilmelidir. Örneğin: È questo giorno di nozze...Il Re m'aspetta...bölümünde düşünce ve hayale yer bırakmak için zaman tanımak gerekir: işte tam da bu yüzden karakterin psikolojisi şan için büyük önem taşımaktadır, sesin rehberidir. Bir örnek daha vermek gerekirse; Percy’i anımsamasının duygusal patlamasının ardından daha hızlanıp, ajitasyon içerisinde Bolena’nın hassas zihinsel durumunun, düşünceleri eski sevgilisi ve Kral (ki onu da sevmiştir) arasında gidip gelirken yaşadığı duygu karmaşasının (Ei m’accusa…Ei mi sgrida…Mi perdona, mi perdona…) yansıtılması gerekir. Bu durum, kederini apaçık bir şekilde ortaya çıkana kadar devam eder. Ve oldukça gergin bir şekilde yakardığı Toglimi da questa miseria estrema bölümü tıpkı Tanrı’ya edilen bir dua gibidir.
Arya Al dolce guidami: Giriş bölümünde orkestrada koranglenin solosu İngiliz kırlarının tam kalbinde geçen çocukluk/ilk gençlik yıllarına dönüşünün zeminini hazırlar. Resitatifte (ve hayatında) bulunan iki aşkı arasındaki sıkıntılı kafa karışıklığının ardından oldukça sade, huzurlu, kendini tekrar güvende hissettiği, onu anıları içerisinde tekrar mutlu zamanlara taşıyan ve ilk aşkına bir yakarışla sona eren bölüm başlar. – Burada samimiyeti ve ses çizgisini korumak, final bölümünde de hayal gücünün ulaşabileceği birçok ses rengini kullanmak gerekir. (Glyndebourne Festivali’nde Anna Bolena’yı söylediğim zaman doğduğu, ilk gençlik yıllarına kadar yaşadığı, VIII. Enrico ile tanıştığı ve günümüzde Ressam Hans Holbein’in yapmış olduğu portrelerinin bulunduğu Surrey Kalesi’ni ziyaret ettim. Ve orada tam tahmin ettiğim atmosferi buldum; kale, çayırlar, nehir…)
Cabaletta Coppia iniqua: Anna birbirinden farklı öğeler barındıran bir sahneden sonra bu bölümü söylemeye başlar. İçinde karanlık renklerin de olduğu çok vurgulu bir finaldir: dramatik koloratür sopranonun ses gücünü kullanır: tizlere gelindiğinde ani çıkışlar ve sonrasında orta ya da pes notalara geri dönüşler vardır.- Hakaret ediyor gibi görünse de aslında bir yakınma ve mahkûmiyet duygusu vardır. Kuvvet ve üstünlük hisleri ile başlar (yani: zina yapan ben değilim, siz yaptınız bunu hain çift. Fakat bu suçunuzdan ötürü intikam alma niyetinde değilim ve sizi affederek Tanrı’nın huzuruna gidiyorum. – İsyan içinde yapılan bir bağışlamadır bu ve bir kraliçenin hiddetini yansıtır.
Maria Stuarda: Bu operada final atmosferi oldukça farklıdır: Kraliçe kendindedir ve aynı zamanda duygularını ve korkularını son derece feminen bir Kraliçe havasında yönetmektedir. Müzikal yapı Anna Bolena’dakine benzemektedir. Final onu ölüme götürecek olan hizmetlilerinin korosu ile başlar. (Burada da Adelchi’ye benzeyen özellikler vardır fakat aynı zamanda Giacomo Carissimi’nin kantatı Lamento e morte di Maria Stuarda’nın (Maria Stuarda’nın ağıtı ve ölümü) beş bölümü ile de benzerlikler taşır: Barok tiyatroda bahsi geçen olaylar romantik dönem eserinde daha akıcı bir şekilde işlenir…)
Resitatif ve arya Anna, tu sola resti…D’un cuor che muore. Kederli bir atmosfer, katılım, Katolik çizgiler vardır. Koroya değil, koro ile şarkı söyler. Diyalog Deh, tu d’un umile preghiera al suono koronun/halkın içerisinde söylenir. Elisabetta’yı affetmesi Bolena’nınki gibi bir başkaldırı değil, daha çok mistik bir karardır.
Cabaletta Ah se un giorno da queste ritorte. Tek “Maestoso” temponun kullanıldığı, darağacına gitmeden önceki bölümde söylediği son kelimelerdir: Leicester’a yaslanır, tüm opera boyunca duygusal olarak bağlı olduğu kişidir fakat bu son teslimiyet ile aralarındaki sevgi daha üst bir boyutta hissedilir. – Ses son derece kontrollü olmalıdır ve dini bir tınıda, neredeyse bir azizeymişçesine kullanılmalıdır. Hayatını darbeler, kahramanlıklar ve büyük bir inançla geçirmiş bir kişi olarak tansiyon yalnızca tiz notalarda hissedilmelidir. – Aynı cümleyle fakat majör başlayan tekrarda varyasyonlar ile dikkati dağıtmaya gerek yoktur: kullanılan çok kontrollü şan çizgisi tüm yoğunluğu hissettirir.
Roberto Devereux.
Elisabetta’nın büyük finalinde sıkıntılı, korku dolu ve görkemli bir delilik sahnesi vardır.
Resitatif E Sara in questi orribili momenti trajik bir hava içindedir. “Maestoso” (görkemli) yazılmıştır, fakat endişe duygusunu da verir. Kaygı, pişmanlık, sıkıntı içerisinde: durumu çözmeyi ve ölüm kararını iptal edebilmeyi umut etmektedir. Çok güzel bir cümle olan Io sono donna alfine bölümünde: Bir kraliçe ve kadın olarak yaşadığı duygu karmaşasını itiraf eder. Ona verilen cezayı değiştirmek istediği son iç çekiş anıdır. Tempodaki sürekli değişimler onun değişken karakterini ve sıkça yaşadığı fikir değişikliklerini yansıtır. Sıkıntılar, şüpheler, kıskançlık duyguları, hızla geçip giden zamanın düşüncesi, sevdiği adamı kurtarabilecek olan yüzüğü anımsama, onun öleceğini görme düşüncesinden duyduğu büyük korku ile zamanı durdurma isteği arasında gider gelir.
Arya Vivi, ingrato. Yaşadığı sürece onu rakibinin yanında görecektir. Ona sadakatsizliğini itiraf etmeyen ve kıskandığı rakibidir o… Umutsuzdur, yalnızlığının içerisinde her bir kelimenin ağırlığı hissedilir. Kalbi kırılmış bir kadın olarak ağlamaktadır fakat kraliçe olmanın verdiği bilinç ile döktüğü gözyaşlarının miktarını kontrol etme ve insanlardan gizleme duygusunu taşır. La Regina, la Regina d’Ingiltherra cümlesinde kullanılan arpejler yalnız ve sınırsız bir alan duygusu yaratır. – Cabaletta Quel sangue versato. Sara’nın ihanetinin ortaya çıkmasının ve kraliyet yüzüğünün Roberto’nun idamını engelleyememesinin ardından Kraliçe bir umutsuzluk ve delilik duygusuna geçer. – Vokal ve teatral bağ ağır ve saplantılı bir şekilde gözünün önüne gelen görüntüler ile tempoyu sıkıştırır. Librettist Salvatore Cammarano’nun yazdığı kelimeler ile Roberto’nun ölümünün tedirgin edici görüntülerini hayal ettiği e bundan dolayı dehşete düştüğünü anlıyoruz. Bu ruhsal karmaşa içerisinde (olaylar, görüntüler, sesler…) hayatı boyunca yaşayamadığı tutkulu kadın tarafı ortaya çıkar (bu hadiseler gerçekleştiğinde Elisabetta 63 yaşındaydı), tüm hayatını adadığı krallık için bu yanını yok saymak durumunda kalmıştı. Aynı melodiyi farklı kelimeler ile daha da tutkulu bir şekilde ikinci kez tekrar ettiğinde başka hiçbir şey eklenmese de tempo ve müziğin akışı değişebilir: bu yorumcunun elinde olan bir şeydir. Her şeyi reddettiği ve bıraktığı o an geldiğinde ekstra ses gösterilerine girmeye gerek yoktur. Çaresizliğin son raddesine gelerek delirmiş fakat yine de kraliçe olmanın ağırlığını halen hisseden bir kadındır artık. Bu sırada koro onu sakinleştirmeye çalışırken her an daha da çöktüğü hissedilir ve görülür. Benim için Donizetti dramaturjileri arasında en etkileyici finallerden biridir bu.
Bir tavsiye
Sizlere bir şey hatırlatmak isterim. Bu üç eser içerisinde iki kraliçenin apaçık karşılaştırıldığı bir opera vardır: Maria Stuarda. Onu bu bakış açısı doğrultusunda tekrar dinlemenizi isterim. Fark edeceksiniz ki eğer zekice yapılmış bir icra ise bu iki karakter derin bir şekilde ve tarihsel verilere uygun olarak tasvir edilir. Elisabetta güç sahibidir fakat çok kötü geçen gençlik yıllarının travması, üzerinde olumsuz izler bırakmıştır ve karmaşık hisler içerisinde yaşamayı öğrenmiştir. Stuarda, güzelliği ve Kraliçe olması, sevilmesi, çocuk sahibi olması sebebiyle Elisabetta’nın hayat boyu kâbusu olmuştur…Fevri ve şanssız Maria Stuarda mutlu bir dünyada doğmuştur. Yalnızca iki buçuk aylıkken babası ölünce İskoçya kraliçesi olmuş, istemeden birçok kişinin düşman edinmiştir. Annesi Marie de Guise’in onu koruyabilmek için Fransa’ya götürmesiyle harika bir çocukluk ve gençlik yaşayıp oldukça iyi bir eğitimden geçmiş, ilerleyen zamanlarda da eşi olacak Fransa kralı ile vakit geçirmiştir. Kral öldükten sonra kraliçe olarak İskoçya’ya dönmüş ve İngiliz kraliyetinin başına geçmesi için tüm Katolik dünyası tarafından desteklenmiştir. Benim için bu farklılıklar oldukça doğal ve önemlidir. İki kraliçenin çekişmesi tiyatroda aynı zamanda vokal olarak da bir müsabaka haline dönüşür; tıpkı Don Carlos’ta iki bas Kral ve Engizisyoncu’nun güç savaşı gibi.Yorumlarken büyük bir kuvvet gerektirmektedir.
Stuarda’yı Floransa’da Maggio Musicale Fiorentino kapsamında 1967 senesinde ilk kez seslendirdiğimde diğer kraliçe, yani Elisabetta’yı Shirley Verrett yorumluyordu. Ses ve oyunculuk olarak oldukça cömert olduğunu söyleyebilirim. Operada ilk perde tamamen Elisabetta’nın üzerine kuruludur, Stuarda ikinci perdede katılır. Şimdi egosantrizm olarak adlandırabileceğim soprano kibirimle o perdeyi görmezden geliyordum, benim için sanki yoktu. Konuşmalarımda bile ilk perdeyi unutuyordum. “Giorgio, ilk perdede sahneye girdiğimde…” gibi cümleler kuruyordum. Ve her seferinde yönetmenim Giorgio de Lullo cümlelerimi düzeltiyordu. “İlk perde değil canım. İkinci perde” diyordu. Pier Luigi Pizzi’nin muhteşem kostümlerini ilk kez prova ederken (benim kostümlerim oldukça sade, zarif, dönemin sanat eserlerinden ilham alınmış elbiselerdi) Verret’in kostümlerini gördüm: ilk perdede taht üzerinde beyaz bir elbise giyiyordu, bir tanrıça gibiydi. Diğer perdede üzerinde kırmızı tilkilerin olduğu bir kostüm vardı. Yönetmenimizden değişiklik yapmasını istedim “Fakat Giorgio, benim kostümlerimde tek bir tüy bile yok. En azından kürk bir yaka olmalı…” dedim fakat de Lullo son derece kararlıydı: “Hayır, sende bir palto ve eldivenlerden başka hiçbir şey olmayacak, ellerin de cebinde duracak.” dedi.
Daha sonra Donizetti sahnede bir ateşin alev alması gibi yaşandı. Düetin hakaret kısmında orkestra şefiyle bir tartışma yaşadım. Karşılaşma bahçenin içinde gerçekleşir. Elisabetta görkemli bir şekilde içeri girerken, Maria nedimesi ve Talbot eşliğinde sahneye gelir. Mahkûm dizlerinin üzerine çöker ve yalvarır: diğeri ona hakaret eder. Elisabetta’nın “Titre” sözünden sonra “Hayır” diyerek tıpkı bir vahşi hayvan gibi ayağa kalkıp meşhur hakaret sözlerini söylüyordum. Orkestra şefi bana temponun içerisinde söyletmeye çalışıyordu fakat bu resitatif serbest bir şekilde söylenmeliydi. Karakterin zarif duruşunun altında yatan Kraliçe tüm isyanı ve öfkesiyle çıkmalıydı…Korkunç sözler olan “Profanato è il soglio inglese, vil bastarda…” (İngiltere tahtı kaybetti kutsallığını senin gibi aşağılık bir piçin başa gelmesiyle.) bölümü söylerken cümleyi geniş tutmak gerekiyordu. Resitatifi bugün hiç kimseye tavsiye etmeyeceğim bir tarzda söyledim (çünkü sese zarar verme ihtimali var) fakat oldukça vahşi, agresif bir yorum ortaya çıktı ve daha sahne bitmeden büyük alkış aldım. Düetin tansiyonu doruk noktasına ulaştı. Belcantoda olgun bir şan tekniği ile yazılana bağlı kalınarak farklı vokal çözümler de bulunabilir: fakat bu, yazılanlara uymak aynı duygu yoğunluğunu verdiği takdirde yapılmalıdır. Çünkü emin olduğum bir şey var ki: sanatçı kişi bir gerçeklik pırıltısı gördüğü hiçbir zaman hissettiği ve anladığı duygudan vazgeçmemelidir.
Leyla Gencer