RECITAL – ISTANBUL

Hagia Eirene Museum
23 July 1987    

15. ISTANBUL INTERNATIONAL FESTIVAL 

Leyla Gencer soprano
Roberto Negri piano

Monteverdi La mia Turca che d’Amor non ha fè (for solo voice)
Vivaldi Vedro con mio diletto (RV717) Il Guistino
Cimarosa La moglie infelice I Traci amanti
Salieri Quest’è bellissima, quest’è novissima Axur, Re d’Ormus
Gretry La fauvette Zemire et Azor
Gretry Rose chérie Zemire et Azor
Gluck Al pianto vostro Alceste
Donizetti Torna all'ospite tetto...Vieni o tu, che ognor io chiamo Caterina Cornaro
Donizetti Egli è spento Belisario

Recording Date

Photos © YURDAER ACAR, Istanbul

Festival Poster Design by Olcay Okay






GÜNEŞ DAILY NEWSPAPER
1987.06.14

MİLLİYET ART MAGAZINE
1987.07.05

GÜNEŞ DAILY NEWSPAPER
1987.07.28

"Hem alaturka hem Avrupalıyım"

Opera sanatçısı Leyla Gencer, 35 yıldır Avrupa'da yaşıyor

Ünlü İtalyan opera binası Scala'da 22 yıl sahneye yıkan Leyla Gencer, yılda birkaç defa Türkiye'ye geliyor. Sanatçı, "Anadolu adetlerini unutmadım. Ancak, yaşantı olarak tam bir Avrupalıyım. İki özelliği bir araya getirip medeni bir insan olmaya çalışıyorum" dedi

LEYLA İPEKÇİ

Leyla Gencer'in İstanbul seferi bu yıl da geçen yıl olduğu gibi İstanbul Festivali sayesinde gerçekleşti. Onu Nişantaşı'ndaki evinde ziyaret ettik:

Gencer'e, genç kızlığınızda böylesine bir isim yapmayı umuyor muydunuz şeklindeki bir soru yönelttiğimizde açık ve net olarak şunları söyledi:

Çocukluğumdan beri operaya çok merakım vardı. İstanbul'da konservatuvardayken konserler vermeyi, tiyatrocu olmayı düşünüyordum. Yıllar geçti çalışmalarım ilerledi. Ankara Devlet Tiyatrosu'na girdim, İtalyan hocalarla tanıştım. O zamanlar gerçek bir sanatçı olarak çalışmayı kafama koymuştum. Belki de biliyordum. Aslında insanın kendine güveni olmazsa bu iş olmaz. En baştan beri Scala'ya gideceğim diyordum... Ve gittim ve tam 22 yıl da devamlı Scala'daydım.

Türkiye'ye gelip gittikçe, neler hissediyorsunuz?

Aslında Türkiye'ye geldiğim zaman biraz daha fazla kalmak istiyorum. Ama devamlı kalamam burada, sıkılırım herhalde. Milano'da bile sürekli oturamıyorum ki! Mutlaka dolaşmam gerek. Sanatçılar biraz bohemdir. Bizim evimiz valizler. Bunu hep söylerim. 35 yıldır valiz yapıp açmaktan usandım diyorum. Ama bir türlü de valizsiz bir hayat düşünemiyorum.

Batılı yaşam tarzını benimsemeniz kolay oldu mu?

İnsanın iç zenginliği çok önemli. Bunu koruması için de kendi köklerini inkâr etmemesi gerek. 35 yıldır yaşantı olarak tam bir Avrupalıyım. Ama hiçbir zaman bir Türk, bir Anadolu kızı olduğumu yadsımadım. Tam tersine bundan gurur duyuyorum. Bence insanı insan yapan kökleridir. Geçmişini inkâr eden insanlar boş insanlardır. Derinlikleri yoktur. Bu da sanatçıda kendini belli eder. Her medeniyetin bazı özellikleri vardır. Ben aynı zamanda çok alaturkayım, hem de Avrupalıyım, Anadolu adetlerimi unutmayı hiçbir zaman düşünmedim. Ben iki özelliği bir araya getirip medeni bir insan olmaya çalışıyorum.

Sanatınız uğruna ne gibi özverilerde bulundunuz?

Hayat boyu, saatinde uyudum, denize girdim, güneş banyomu yaptım, vitaminlerimi aksatmadan aldım, normal bir evlilik hayatı geçirdim. Düzenli yaşadım ve çalıştım.

Feminizm hakkında ne düşünüyorsunuz, feminist misiniz?

Feminist hareketleri kadın sanatçılar arasında yaygın galiba Türkiye'de. Avrupa'da da aşırı feministler vardı ama şimdilerde biraz duruldular gibi. Ben sonuna dek kadın haklarına saygı duyuyorum. Kadın, kendi başına bir şahsiyet her şeyden önce. Ama öyle aşırı bir feministliği anlamıyorum. Her kadında biraz dişilik olmalı. Bu onun doğal bir parçası. Medeni bir feminizmden yanayım, aşırıya kaçmadan. Bence kadınlar hem kadınlığını bilsin hem de haklarını korusun. Kadın kadınlığını bitirmesin. Ama mesela bir kadının erkek gibi giyinmesini doğru bulmuyorum. Estetik bakımdan feminitesi olması gerek. Sanatçılar dışarıda zaten isim yapmış insanlar. O yüzden bu problemlerle pek fazla ilgilenmiyorlar. Ben de kendi haklarımı elde ettiğim için pek bir tepki göstermiyorum.

 

Diva'yı dinlerken...

LÜTFİ AY

YA İrini'de, bu eski Bizans Kilisesi'nin (taş kubbelerine bir ipek kadife yumuşaklığı giydiren) harika estetiği içinde, harika bir ses dinledik: Leyla Gencer.

Günümüzde sayıları çok azalmış olan büyük primadonnaların ancak müzik dünyasının oybirliğiyle erişebildikleri Divalığa, ses tanrıçalığına alnının teriyle yükselmiş olan bu seçkin sanatçımız, Scala'nın basamaklarına ilk adımlarını İstanbul Konservatuvarı'nda attığı için aynı zamanda şehrimizin yetiştirdiği ve çağdaş kültürüyle özleştirdiği bir cevherdi.

Leyla Gencer o akşam dinleyicilerine, bunaltıcı Temmuz sıcağında serinletici bir sanat rüzgârı estirerek, Monteverdi'den Vivaldi'ye, Cimarosa'dan Donizetti'ye kadar seçme operaların yorum ustalığı isteyen en güç aryalarını ince ayrıntıları titizlikle işlenmiş kusursuz tekniği renkli ve ifadeli bir yorumla bütünleşmiş örnek bir icra içinde sundu. Denebilir ki, Leyla Gencer'i dinledikten sonra İstanbul Festivali'nin operadan yana belirtmekten geri kalmadığımız eksikleri, boşlukları önemini yitirmiş gibiydi. Leyla Gencer'in olağanüstü bir performans halinde sunduğu resital, bütün o boşlukları tek başına ve en üst düzeyde doldurmuştur.

Leyla Gencer'in başarıları opera dünyasının vermekte en hasis davrandığı ses tanrıçası tahtına bir Türk kızı oturturken devlet operamızda kopan kıskançlık fırtınalarını, onu o zaman, Devlet Operası'ndan ayrılmak ve İtalya'ya yerleşmek zorunda bırakan entrikaları hatırlıyoruz. Kazanan kim oldu acaba? Leyla Gencer'in büyük tecrübesinden yeni sanatçı kuşaklarını yararlandırmak fırsatını kaçırmayan İtalyan operası mı yoksa, hâlâ cadı kazanı kaynatmaktan ciddi bir gelişme olanağına kavuşamadığı gazete sütunların- da tartışılan kendi operamız mı?