TOSCA        

Giacomo Puccini (1858 - 1924)
Opera in three acts in Italian
Text by Giacosa and Illica after the play by Sardou
Premièr at Teatro Castonzi, Roma – 14 January 1900
07 October - 28, 30 December 1951 (32 Performances)                             
State Opera and Ballet, Ankara   

Conductor: Adolfo Camozzo
Chorus master: 
Georg Markowitz
Stage director: Vedat Gürten
Scene and costumes: Sabih Kayan

Floria Tosca a celebrated singer LEYLA GENCER soprano [Role debut]
Mario Cavaradossi SÜLEYMAN GÜLER / SAVNİ SUBAŞI / NURİ TÜRKAN / NİHAT KIZILTAN a painter n/a tenor
Baron Scarpia Chief of Police VEDAT GÜRTEN / NEVZAT KARATEKİN / NURULLAH TAYKIRAN / ALİ KÖPÜK baritone
Cesare Angelotti a political prisoner RIFKI AR / RUHİ SU / SELİM ÜNOKUR / MUAMMER ESİ bass
A Sacristan ALİ KÖPÜK / FİKRET KUNTAY baritone
Spoletta a police agent AZMİ ÖRSES / ESAT TAMER tenor
Sciarrone a gendarme MİTHAT DEMOKAN / MUAMMER ESİ / FİKRET KUNTAY bass
A Gaoler MUZAFFER GÜRGÜNEŞ / İSMAİL ÖKTEM bass
A Shepherd Boy BERGAM AKSU / SAİME KENTMEN / MÜJGAN KUTUCUOĞLU / AYŞE ÖRSES contralto

Time: June 1800
Place: Rome




LEYLA GENCER’S TOSCA SCORES

BEŞ SANAT MONTHLY MAGAZINE                                            

1951 October                                                                                               

STATE THEATER MAGAZINE                                            

1951 October  


Cumhurbaşkanlığı Filarmonik Orkestrası
1951-1952 Konser Mevsimine Başlarken
 
Cumhurbaşkanlığı Filarmonik Orkestrası 1951 konser mevsimini 3. Kasım Cumartesi günü sayın halkımıza açacaktır.
Orkestramızın mazisine bir göz atacak olursak, 1951 konser mevsimini açmakla 124. üncü kuruluş senemizi idrak etmiş oluyoruz.
Bir buçuk asra yakın şerefli bir maziye sahip olan Orkestramız bundan tam 124 sene evvel yani 1827 de Sultan Mahmut tarafından kurulmuş, birçok istihaleler geçirerek inkılaptan sonra Cumhuriyetin ilânı ile mütekâmil bir hale gelmiştir. Bugün iftiharla kaydetmek lâzımdır ki, Orkestramız tamamen memleketimizin yetiştirdiği kıymetli sanatkârlardan teşekkül etmektedir.
1952 senesinde 125. inci sene-i devriyemizi büyük bir jübile ile kutlamak üzere şimdiden hazırlıklara başlamış bulunuyoruz.
İkinci Dünya Harbinin tesirleri maalesef sanat muhitlerinde de kendini göstermiş ve bu yüzden Orkestramız dünya sanat efkârı ile yakından temas imkânlarını kaybetmiştir. 1951 - 1952 konser sezonumuzda bu noktaya çok ehemmiyet verilmiş ve dünya sanat şöhretleri muhtelif tarihlerde misafir olarak memleketimize dâvet edilerek, hem muhterem halkımızın sanat arzusunu tatmin ve hem de Orkestramızın seviyesinin artmasına vesile olacaktır.
1952 senesinde yapılacak jübilemize kadar Devlet Tiyatrosu broşüründe Orkestramızın şimdiye kadar geçirdiği istihaleler, verdiği ve istikbalde vereceği konserler hakkında bir seri yazı neşredilecek, bu yazı ile Saray Orkestrasından Musiki Muallim Mektebi ve Konservatuarlarımızı doğuran Orkestramızın memlekette yaptığı hizmetler tebarüz ettirilmiş olacaktır. Orkestramızın aslına uygun Senfonik bir teşekkül haline gelebilmesi için Sayın Bakanımızın irşadıyla birçok yenilikleri ihtiva eden bir kanun tasarısı hazırlanmıştır. Bundan sonraki konserlerimizin


Yeni Rejisörlerimiz / Arnulf Schröder
 
Devlet Tiyatrosu yeni çalışma devresine girerken gerek Opera gerek Dram kısmında yabancı mütehassıslardan geniş ölçüde faydalanmak imkânlarını araştırmış ve bu maksatla yaptığı temaslar neticesinde beynelmilel şöhreti şöhreti haiz sanat adamlarından birçoğunun birbiri ardı sıra Ankara'ya gelerek Devlet Tiyatrosunun sanat çalışmalarını sevk ve idare etmelerini temin etmiştir. Bu yabancı mütehassıslar arasında Devlet Tiyatrosunun doğuşunda ve Tatbikat Sahnesi çalışmalarında büyük emeği geçmiş olan Prof. Carl. Ebert de vardır ve büyük bir ihtimalle 1952 yılının başlarında Ankara'ya gelmiş olacaktır.
Yabancı mütehassıslardan ilk olarak memleketimize gelmesi beklenen Münih Devlet Tiyatrosunun baş rejisörü ve Alman sanat muhitlerinde çok takdir edilmekte olan Arnulf Schröder'dir. A. Schröder 1 Kasım 1951’den Mart 1952’ye kadar Dram, Komedi ve Opera baş rejisörü ve Devlet Tiyatrosu ile Devlet Konservatuvarı reji hocası olarak vazife görecek, Mart 1951 den sonra da mukavelesinin en az bir yıl uzatılması imkanları sağlanacaktır.
Seyircilerimize yeni dram, komedi ve opera baş rejisörümüz hakkında bir fikir vermek için kısa biyografisini aşağıda sunuyoruz:
Münih'te doğmuş ve orada tahsil etmiştir. Münih saray tiyatrosunda ve Otto Falkenberg'in oda temsillerinde aktör olarak çalışmıştır. Hannover ve Zürich’te angajmanlar almıştır. Ayrıca musiki tarihi ve edebiyatı tahsil etmiştir. 1927 de Berlin'de Reinhardt sahnesine intisap etmiş, burada 3 yıl çalışmıştır. 1930 da Bavyera Devlet Tiyatrosuna tayin edilmiş, Opera ve Dram bölümlerinde evvelâ aktör, sonra da rejisör ve baş rejisör olarak vazife görmüştür. Shakespeare'in ve natüralistlerin karakter rollerinde tanınmıştır. Reji sahasında antik ve neo-klasik trajedilerin ve büyük klasik eserlerin enterpretasyonunda ihtisas elde etmiştir. 1935 de Münih Devlet Tiyatro mektebini kurup idare etmeye memur edilmiş, ayrıca film sahasında çalışmış ve belli başlı filmlerde esas rolleri almıştır. 1942 de film rejisörü olarak Prag şehrinde vazifelendirilmiştir. 1950 de Basel Şehir Tiyatrosu Şefliği teklif edilmiş, fakat kendisi Münih Devlet Tiyatrosunda baş rejisör olarak çalışmayı tercih etmiştir. Evli ve 18 yaşında bir oğlu vardır. Almanca ve Fransızca bilir.
 
Fotoğraf: Eserin Bestekârı Giacomo Puccini
 
Bundan tam yarım asır evvel Roma'da, bugünkü Teatro dell'Opera, o zamanki Costanzi tiyatrosu, 14 Ocak 1900 de, Roma şehri hudutları dahilinde geçen hazin bir aşk macerasını anlatan La Tosca Operasını, Ericlea Darclèe, Emillio de Marchi ve Giraldino gibi değerli opera muganniyelerinin iştirakiyle seyircilerine sunmaktaydı.
Bağrından Bellini'ler, Rossini'ler, Verdi'ler yetiştiren İtalya uzun zamandanberi kendi bünyesine ve karakterine uygun nağmelerin hasretini çekiyordu. İşte 1900 senesi ocak ayının 14cü gecesi La Tosca İtalyan halkını yeniden coşturmuş ve hemen daha ilk temsilinden sonra güzel aryalarıyla evvelâ bütün Roma'yı, sonra tekmil İtalya'yı, daha sonra da bütün dünyayı fethederek ölmez şaheser operalar arasında yer almıştır.
La Tosca operası ananevi İtalyan operacı lığının lirik tarzları arasında sağlam bir köprü kurmuş, modern opera besteciliğine büyük yardımlar sağlayarak, bugünkü bestecilere çok faydalı olmuştur.
Eser hakkındaki bu kısa tarihçeden sonra gelelim bestecisine: La Tosca 1852 senesinde Lucea'da doğup 1924 senesinde gırtlak kanserinden Brüksel'de ölen Giacomo Puccini tarafından bestelenmiştir.


Fotoğraf: Orkestra Şefi Adolfo Camozzo
 
Puccini İtalyan operacı lığındaki Lirik mektebin en ileri "verist" bir elemanı sayılır. İnce ve hassas ruhunu bütün eserlerinde eşsiz müzik motifleriyle ifade edebilmiştir. Onun eserlerinde şahıslar değişir, fakat ruhlar ve karakterler hep aynı kalır. Japonyalı Butterfly bir aşk nağmesinde nasıl çırpınırsa Parisli Mimi de öyledir. Amerikalı Minni nasıl kıskanç ve fedakâr ise Romalı Tosca’da öyledir. Çin'de Calaf, Paris'de Rudolf, Roma'da Cavaradossi hep aynıdırlar. O dünyanın her köşesindeki insanları ayrı yollardan fakat aynı hedefte toplamış, daima aşk ve sevgide birleştirmiştir. 66 yaşında ölen Puccini daima taze, genç gibi sevilmiştir ve daima sevmiştir. Her eserinin kahramanı kendi hayatından bir parça sayılır. Bugün Puccini fâni hayattan 27 seneden beri ayrılmış olmakla beraber eserleri daima yaşamaktadır ve yaşayacaktır. Eserleri bugün bütün dünyada en çok tutulan ve sevilen operalardır. Her Tiyatro daima açığını bir Puccini ile kapatır. Bizde bile, opera sanatının kısa bir mazisi olmasına rağmen, bugün La Tosca ile Puccini'nin üçüncü eserini oynamış oluyoruz. Dünyanın her tarafında, her yaştan, her dinden ve her ırktan seyirci ve dinleyici kitleleri onun musikisinde mutlaka biraz kendilerini bulurlar. Puccini'de nağmeler..... 
 
Fotoğraf: Eserin Rejisörü: Vedat Gürten
 
........ başlarken, varacağı notu ve tonu hemen belli eder, dinleyiciyi sürükler, çünkü tam bir samimiyetle bestelenmiş ve yüzde yüz duyan bir kalbin çırpıntısıyla yazılmışlardır. Puccini hayatı daima musiki porteleri arasından seyretmiş ve müzik olarak tasvir etmiştir. Onun her notu kâh sonbaharda düşen bir yaprak, kâh çiçek dolu bahçeler, kâh aşktır. Kâh soğuk kışı, kâh neşeyi, kâh kederi ifade eder. İşte bu ifadeli musikisinin en güzel örneği de La Tosca'dır.
Bu eserin yalnız ikinci perdesi, bundan on yıl önce, ben henüz Devlet Konservatuvarı talebesiyken değerli hocam Carl Ebert tarafından sahneye konmuş ve yine benim ilk şan hocam Nurullah Taşkıran'la Semiha Berksoy ve Nihat Kızıltan tarafından oynanmıştı.
La Tosca'nın mevzuuna kısa bir bakış: Vaka tam Napoléon Bonaparte'ın Marengo muharebesi sırasına rastlar. Roma, eski cumhuriyetinin konsülü olan Cesare Angelotti'yi hapsetmiş, Kraliçesinin etrafında sadık tebaalar gibi yaşamaktadır. Ancak Halk için kaynaşmakta ve Devletin bütün idaresini elinde tutan zaptiye nazırı Scarpia'dan, onun keyfi idaresinden nefret etmekte ve garpten esen hürriyet rüzgârlarını hasretle beklemektedir.
 
Birinci Perde
Perde açılınca zindandan kaçmış olan Angelotti'yi, pür heyecan, Sant Andrea kilisesinde görürüz. Kız kardeşi tarafından evvelce tertiplenen bir kaçış plânı mucibince, Meryem anaya ait bir heykelin ayakları dibine saklanmış olan bir anahtarı aramaktadır. Az sonra kilisede bir azizin resmini yapmakla meşgul olan eski fikir arkadaşı, meşhur muganniye Tosca'nın sevgilisi, ressam Cavaradossiy'le karşılaşır. Birlikte Cavaradossi'nin evine gizlenmeğe giderler.
Bu esnada Zaptiye Nazırı Scarpia, hafiyeleriyle birlikte, kiliseyi basarak araştırır, zangocun safdilliğinden istifade ederek elde ettiği bazı delillerle kaçak Angelotti'nin ressam Cavaradossi'yle gittiğini anlar. Onları takip edeceği sırada, çoktandır hayranı olduğu ve hayvanca hislerle yanıp tutuştuğu Tosca kiliseye girer. Sevgilisi Cavaradossi'ye zafer şenlikleri münasebetiyle bu gece kraliçenin huzurunda teganni edeceğini söylemeye gelmiştir. Ancak Scarpia şeytanca zekisiyle Tosca'nın kalbine kıskançlık zehrini sokarak, onu ressamın villasına yollar, ardından da hafiyelerini gönderir.
Fakat bu esnada kilisede ayin başlamıştır. Koro ağır ağır kiliseye dolar, Scarpia da şehvet ve arzu dolu hislerle kendinden geçerek ayine iştirak eder. Nihayet Te Deum okunur ve böylelikle I. inci perde biter.
 
İkinci Perde
Farnese sarayında, Zaptiye Nazırının odasındayız. Scarpia sabırsızlıkla hafiyelerini beklemektedir. Az sonra baş hafiyesi Spoletto gelir ve bütün gayretlerine rağmen Angelotti'nin izini bulamadıklarını söyler. Scarpia müthiş sinirlenir, fakat Spoletto onun yerine ressamı tevkif ettiğini söyleyerek şefini teskin eder. Scarpia rakibi olan bu delikanlıdan esasen öç almak niyetinde olduğu için hemen onu içeri alır ve bir tahkikat açar. Her sözüne ters bir cevap alan zaptiye nazırı derhal ressamı işkence odasına sevk eder, tatlılıkla cevap alamadığı delikanlıyı cebren konuşturmaya uğraşır. Bu esnada Tosca da zaptiye nazirina gelmiştir. Sevgilisini orada görünce şaşırır, fakat onun çektiği işkenceyi durduramaz, çünkü Scarpia bu işkenceyi ancak, sevgilisinin sakladığı kaçak Angelotti'nin yerini öğrendiği takdirde durduracağını söyler.
Tosca itiraf etmek için Cavaradossi'ye yalvarırsa da fayda vermez, çünkü delikanlı her şeye rağmen susmayı tercih etmiştir.
Ancak çektiği iztirabın tesiriyle kopardığı feryatlara dayanamıyan Tosca, Angelotti'nin kendi villalarında, kuyuda saklı olduğunu söyler. Cavaradossi'yi getirirler, bitik bir halde sevgilisinin kollarına düşer.
Ayakta duracak kudreti olmadığı halde Tosca'ya ilk suali "söyledin mi?" olur. Tosca inkâr ederse de Scarpia kendi hafiyelerine, Angelotti'nin, Ressamın evinde, kuyuda saklı olduğunu bağırması Cavaradossi'yi çılgına çevirir.
Bu esnada cepheden kötü havadisler gelmiştir Marengo'da Bonaparte muzaffer olmuştur. Delikanlı bu haberle coşar ve nazıra hakaret eder. Nihayet sürüklenerek zindana götürülür, Tosca da gitmek isterse de Scarpia eline geçmiş olan bu fırsattan istifade etmeği düşünür, uzun bir mukavemetten sonra Tosca'yı, sevgilisinin hayatını kurtarmak için bir defa kendine hâkim olmaya razı eder.
Scarpia baş hafiyesine Tosca'nın huzurunda mahkûmun asılmayacağına ve kurşuna dizilmeyeceğine dair emir verir ve bu idamın da suretâ olacağını söyleyerek Tosca'yı ikna eder. Halbuki hafiyeleriyle anlaşmıştır. Tosca sevgilisinin ölmeyeceğine inanırsa da, hakikatte ölecektir. Nazırın gayesi sâdece Tosca'yı elde etmektir.
Nihayet odada yalnız kalırlar. Scarpia bir an evvel Tosca'ya sahip olmak isterse de Tosca mâni olur ve evvelâ hududu sevgilisiyle geçebilmek için bir izin kâğıdı ister. Scarpia bu emri yazarken Tosca bitkin bir haldedir. Onu derin düşünce ve ıstırabından masada parlayan bir bıçak uyandırır. Tosca hemen bıçağı alır ve nazırın kendisine vaat ettiği aşk meyvesini almaya geleceği ânı bekler. Az sonra Scarpia, elinde izin kâğıdı: Tosca, nihayet benimsin, diye onu kucaklarken Tosca bıçağı nazirin tam kalbine saplar.
Scarpia kanlar içinde yere düşer ve az sonra ölümü ile 2 inci perde kapanır.
 
Üçüncü Perde
Perde açıldığı zaman Sant Angello zindanındayız. Şafak sökmek üzeredir, Cavaradossi idam edileceği zindanın damındaki meydana götürülür.
Bu esnada Tosca elinde nazırdan aldığı izin kâğıdıyla sevgilisine koşar, ona ölmeyeceğini müjdeler. Sureta kurşuna dizileceğini anlatır. Askerler çekilip gidince, aşağıda bekleyen bir araba ile hududu geçeceklerini, hürriyete kavuşacaklarını söyler. Az sonra meşum saat gelir çatar ve Ressam büyük bir cesaretle kendisine çevrilen tüfeklere bağrını açar. Bir ân ve tüfeklerin patlamasıyla zavallı Cavaradossi yere yıkılır. Tosca bu kurşuna dizme sahnesini seyretmiştir. Sevgilisinin usta bir aktör gibi rol oynadığı kanaatindedir. Fakat heyhat! Askerler çekilip gidince acı hakikati anlar. Bir az sonra, işlediği cinayet için yakalanacağı sırada, bir çılgın gibi kulenin en yüksek noktasından kendini boşluğa fırlatarak intihar eder, eserde böylece sona erer. [Vedat Gürten]
 
Giannina Arangi Lombardi

Fotoğraf: Giannina Arangi Lombardi

Bu yılın temmuz ayında, yaz tatilini geçirmek üzere gittiği memleketinde hayata gözlerini kapamış olan Giannina Arangi Lombardi ile yalnız Devlet Tiyatrosu değil, İtalyan sanat âlemi de değerli bir uzvunu kaybetmiş oluyor.
Insan Madam Lombardi'yi ilk gördüğü zaman, onun büyük bir opera sanatkârı olabileceğine ihtimal veremezdi. Çoğu sanatkârlarda görülen mübalağalı hareketlerden, mübalağalı ifadelerden onda eser yoktu; giyinişine varıncaya kadar her şeysi sade ve mütevazıdır. Onu, ders vermek için sınıfa girdiği zaman yahut evinde misafirlerini kabul ederken görenler, sahnedeki muganniye ile hayattaki kadının birbirine benzemediklerini derhal fark ederlerdi.
Madam Lombardi sahne hayatına bir "küçük trajedi" ile başlamıştır, yani ses karakteri bakımından pek vuzuh istemeyen bir eserle. Çünkü meslek hayatının başlangıcında, kendisini çalıştırmış olan bütün hocalar Madam Lombardi'nin tam bir soprano mu, yoksa bir mezzo soprano mu olduğunu bir türlü kestirememişlerdir. Madam Lombardi sahneye ilk defa Roma'da, eski Costanzi, şimdiki Teatro dell'Opera'da Köylü Namusu (Cavalleria Rusticana) operasıyla çıkmış ve derhal çok büyük bir muvaffakiyet kazanmıştır. Fakat kendisini şöhretin zirvesine çıkaran operalar Gioconda ile Aïda olmuştur (1925). O sırada Italya'da Claudia Muzia, Gilda Dalla Riza, Giuseppina Cobelli, Bianca Scacciati ilâh gibi çok büyük dramatik sopranolar vardı. Madam Lombardi bir hamlede o büyük şöhretlerin yanında yer almıştır.
Madam Lombardi Norma, Trovatore, Guiglielmo Tell, Maskeli Balo, Kaderin Kudreti gibi operaları oynadığı zaman şan üslubunun ancak devrin en meşhur muganniyesi olan Ponselle ile mukayese edilebileceği herkes tarafından teslim edilmiştir. Madam Lombardi'nin ilk notlara başlarken çıkardığı seslerin temizliği, birçok notları süratle çıkarmakta gösterdiği kolaylık, geniş nefes kabiliyeti, tiz seslere yükselirken muhafaza edebildiği yumuşaklık, tiz ve pes sesler arasında inip çıkmakta gösterdiği rahatlık gerçekten hayran olunacak meziyetleriydi.
Madam Lombardi oynadığı çeşitli eserler arasında, bilhassa Verdi'nin eserlerine hayrandı ve asıl şöhretini onlarla yapmıştı. Sahnede ve hayatta hiçbir zaman elden bırakmadığı tevazuu, itidali, çekingenliği olmasaydı şüphesiz çok daha büyük bir şöhrete, sahip olurdu. Fakat bu hali, bilhassa kendi kendisinden hiçbir zaman asla tamamıyla memnun olmayışı, onu yakından tanımayanlara bazen kibirli, bazen de kendi kendisinden emin olamayan bir sanatkâr gibi göstermiş, yanlış anlaşılmasına sebep olmuştur.
Sonsuz bir çalışma gücü ve derin bir sanat aşkı içinde geçen ve bunların meyvesi olarak hakkedilmiş şeref ve muvaffakiyetlerle dolup taşan bu sanat hayatının muhasebesi nedir? Madam Lombardi Italya'da meşhur Soprano Sela Muzio'nun yerini almış ve sanatında ancak GianninaRuss ile mukayese edilebilecek bir merhaleye varmıştı. Devrinin bütün meşhur dramatik sopranoları Cavalleria'yı, Tosca'yı oynarken, sahnede bazen çılgınlar gibi bağırarak teganni etmeği bir âdet haline getirdikleri zaman, o asla itidali elden bırakmamış ve daima bu rolleri klasik ölçüler içinde teganni etmeği ve oynamayı tercih etmiştir. Bunun içindir ki Madam Lombardi'nin oynadığı Norma ile Aïda bugün opera tarihine geçmiş iki büyük interprétation örneği olarak kalmaktadır.
Madam Lombardi, 1938 de, 47 yaşında iken sahneden çekilmiştir. Bunu isteyerek mi, yoksa üzülerek mi yapmış olduğu merak edilecek bir noktadır. Fakat kendi ifadesine göre bu çekiliş arzusu ile olmuştur zira Madam Lombardi her temsilin kendisi için bir azap, bir ıstırap vesilesi olduğunu daima söylerdi. Bu büyük kadın hiçbir temsilde, hiçbir rolde kendisini tamamıyla kemale ermiş bir halde bulamaz gerek ses, gerek oyun bakımından daima bir eksiği kaldığını zanneder ve, ancak büyük sanatkarlara yaraşan bir tevazu ile, kendi kendisinden bir türlü memnun olamazdı.
Sahneden ayrıldıktan sonra Madam Lombardi'yi Konservatuvar bekliyordu. Nitekim sahne hayatına kendi arzusu ile nihayet verir vermez, 1939 da, Milano Konservatuvarında şan hocası olarak vazife aldı ve derhal bu sahada büyük bir otorite olarak şöhret kazandı. Meslek hayatının bu devresinde İtalya'nın en büyük opera sanatkârları daima ona müracaat ederek müşküllerini gidermişler, fikir ve öğütlerinden daima faydalanmışlardır. İkinci Dünya harbinden sonra Madam Lombardi'nin evi âdeta beynelmilel bir şan mektebi halini almıştı. Bu mektepte birçok İngiliz, Amerikalı, Polonyalı talebeler, Fransız, hatta iki tane de Cenubi Afrikalı zenci talebe yetiştirmiştir.
1947 de bir gün Madam Lombardi birdenbire memleketini terk etti ve Türkiye'ye, Ankara Devlet Konservatuvarına şan hocası olarak gitti. O zaman bu çapta bir hocadan mahrum kaldığımıza üzülmüş, fakat Türklerin bu büyük sanatkârı keşfedip elimizden almakta gösterdikleri zekâ ve anlayışa da hayran olmuştuk.
Madam Lombardi 5 yıldan beri Devlet Konservatuvarının ve Devlet Operasının genç istidatlarına hocalık, rehberlik etmiş, bugün iftihar ettiğimiz birçok sanatkârların yetişmelerinde çok emeği geçmiştir. Bu yıl Opera sahnemizin ilk eseri olarak seyredeceğiniz Tosca'da göreceğiniz sanatkârların hemen hepsi onun talebeleriydi. Ne yazık ki Tosca temsillerimizi göremeden aramızdan ayrıldı. Fakat çok sevdiği, çok benimsediği operamızdan eksik olmayacağına inandığım ruhu talebelerine kuyvet ve cesaret vermeğe devam edecektir. [Adolfo Camozzo / Çeviren: L. A.]
 
SES MONTHLY ART MAGAZINE                                    
1951 November

STATE THEATER MAGAZINE                                            
1951 December


Münih Devlet Tiyatrosu Baş rejisörlerinden Arnulf Schröder, bilindiği gibi, memleketimize davet edilmiş ve Devlet Tiyatrosu'nun gerek Opera gerek Dram kısmının Başrejisörlüğü kendisine tevdi edilmiştir. Kasım ayı başlarında yeni vazifesine başlamış olan Arnulf Schröder, aynı zamanda Devlet konservatuvarında Reji ve Mimik dersleri öğretmenliğini de üzerine almıştır. Devlet Tiyatrosu'nda ele almak istediği bazı mühim klasik eserlerden evvel Strauss'ın Yarasa operetini sahneye koymaya hazırlanan değerli rejisörle, az çok tanımak fırsat ve imkânlarını bulduğu tiyatromuz ve Alman tiyatrosu hakkında bir konuşma yapmayı, şahsi intibalarını ve düşüncelerini öğrenmeği faydalı bulduk.
Arnulf Schröder'i, Yarasa provalarının yorgunluğunu henüz gidermeğe imkân bulamadığı bir akşam üstü, tiyatrodaki odasında ziyaret ettik. Resimlerine nispetle çok daha genç ve dinç görünen başrejisör, büyük bir nezaket göstererek suallerimize cevap vermeği kabul etti.
 
Almanya'da umumiyetle Türk Tiyatrosu hakkında ne düşünülmektedir? Siz ne düşünüyordunuz?
Almanya'da, herkes gibi, ben de şu kanaatteydim ki Türkiye'de yeni bir Tiyatro kurulması için birçok imkânlar vardır. Burada yeni kelimesiyle dış görünüşe, şekle ait bir yenilik değil, mana ve ruh bakımından bir yenilik kastettiğimi ilave etmeliyim. Türkiye'ye geldiğim zaman edindiğim ilk intibalar umumiyetle bu kanaatimi teyitleşmiştir.
 
Gerek İstanbul’da gerek Ankara'da belli başlı sanat müesseselerimizi ve faaliyetlerini yakından görmek fırsatını buldunuz. Bu husustaki, müşahedeye dayanan, intibalarınızı öğrenebilir miyiz?
Şimdiye kadar gerek İstanbul’da gerek Ankara'da edinmek fırsatını bulabildiğim mahdut imkânlara dayanarak şu kadarını söyleyebilirim ki Türk Tiyatrosu hakkındaki intibalarım tamamıyla müsbettir. Türk aktörlerinde tiyatro sanatına esas itibariyle, tam bir intibak hâli mevcuttur. Fakat gerek reji gerek dekor gerek stylizsation (üsluplaştırma) bakımından henüz bir vahdet sizlik göze çarpmaktadır.
İstanbul'daki sanatkârlar, müşahedelerime göre, daha çok şahsi ve ferdi olgunlukları ile temayüz etmektedirler; Ankara'daki sanatkârlar ise yeni bir ananenin nüvesi olmak istidadını gösteriyorlar. Şunu da unutmamak lazımdır ki, Ankara Devlet Tiyatrosu, kökleri doğrudan doğruya Devlet Konservatuvarına bağlı olduğu için, bu hususta çok daha müsait şartlara sahiptir. Bundan başka Devlet Tiyatrosu sanatkârlarının çok daha iyi binalarda çalışmalarının da büyük ehemmiyeti vardır. Bilhassa yeni Opera binası, gerek ince bir zevk mahsulü olan salonu, gerek büyüleyici havası ile Avrupa'da bile eşine az rastlanan bir tiyatrodur.
Devlet Operası'nın sanat faaliyeti hakkında, gördüğüm bir tek esere dayanarak, kesin bir hüküm veremeyeceğim. Fakat sanatkarların gerek oyun bakımından ifade kudretleri gerek ses seviyeleri, bilhassa Türk Operasının pek kısa olan mazisini göz önüne getirince, beni hayrette bırakmıştır.

Fotoğraf: Arnulf Schröder

Devlet Tiyatrosu'nda neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Ümit ederim ki 2-3 senelik bir çalışma programıyla gerek Opera gerek Tiyatro bölümünde başlangıçtan zamanımıza kadar yazılmış eserlerden "makta" halinde örnekler vermek mümkün olacaktır. Daha ileride Shakespeare'in, Mozart'ın hatta belki de Richard Wagner'in bütün eserlerini devre devre ele almak da imkânsız olmayacaktır.
Bu arada Türk Tiyatro yazıcılığının gelişmesine ve buna bağlı olan bir Milli Tiyatronun kurulmasına yardım edebilirsem kendimi bahtiyar addedeceğim.
 
Devlet Tiyatrosu'nu bir repertuvar tiyatrosu haline getirmek doğru olmaz mı? Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz?
Ankara için sık sık temsil değiştiren bir repertuvar tiyatrosunun kurulması, seyircinin alakasını çekmek bakımından, çok faydalı olur. Bunu gerçekleştirmek için teknik atelyelerin randımanını bir hayla yükseltmek, umumi çalışma temposunu hızlandırmak ve ilk hazırlıkları, ileriyi görüp düşünerek, tam zamanında yapmak lazımdır.
 
Almanya'da tiyatronun bugünkü durumu nedir?
Alman tiyatrosu harbin ve harp sonrasının sebep olduğu gerilemelere rağmen şimdi tekrar yüksek bir faaliyet seviyesine ulaşmıştır. Devlet ve Belediyeler iktisadi durumun doğurduğu güçlükleri nazarı itibara almaksızın, Alman tiyatrosunu yeniden kalkındırmak ve sanat seviyesini korumak için büyük maddi yardımlardan çekinmemektedirler.
 
Bugün Alman tiyatrosuna hâkim olan sanat cereyanları ve tiyatronun aldığı bariz istikamet nedir?
Hitler rejimi zamanında, uzun süren fikri tecrit, hudutlar açılır açılmaz, yerini yabancı tiyatro eserlerine duyulan bir alakaya bıraktı. Bu yüzden soysuzlaşmış modern yabancı eserlerin de büyük bir önemle sahneye konulduğu görülmektedir. Fakat halk daha ziyade, zamanla değerinden bir şey kaybetmeyen klasik eserlerle fikri ve ruhi değer taşıyan yerli ve yabancı yeni eserlere temayül etmektedir ve bu temayül, gitgide kuvvetlenerek, kendini kabul ettirmektedir.
 
Almanya'da da telif eser buhranı var mıdır?
Harp sonrası devresinde umumi alakanın daha ziyade yabancı eserler üzerinde toplanması yüzünden telif sahasında verimli neticeler alınamamakta, dolayısıyla da modern Alman tiyatro yazıcılığı inkişaf edememektedir. Bununla beraber telif sahasında için için devam eden bir faaliyet vardır ve bu faaliyet zamanla, er geç meyve vermekte gecikmeyecektir.
 
Alman tiyatrolarında da Edebi Heyetler var mıdır?
Almanya'da Edebi Heyet diye bir şey bilinmemektedir. Tiyatro eserleri ya tabiler, yahut da doğrudan doğruya tiyatro idareleri tarafından kabul edilir. Böylece ahlâka mugayir olmayan her eser temsil edilebilmektedir. Ancak resmi makamlar, siyasi sebeplerle, bir piyesin temsiline itiraz edebilirler. Fakat bu gibi haller pek nadirdir. Böyle bir şey olduğu zaman da mesele umumi efkâr önünde, açıkça münakaşa edilir.
 
Alman tiyatrolarında telif hakları ne şekilde ödenir?
Almanya'da müelliflere verilen telif hakları, anlaşmaya bağlı, muhtelif yüzdeliklerle ödenir. Bu da ya doğrudan doğruya müellife yahut da eserin bütün haklarını satın almış olan tabie verilir. Fakat tabi temsile ait telif haklarından bir kısmını müellife verir.
 
Almanya'da tahsisatlı bir tiyatro senede kaç yeni eser çıkarır? Kadroları kaç kişiliktir? Sanatkâr ücretleri ortalama nedir?
Almanya'da bir Devlet veya Belediye Tiyatrosu, ortalama olarak, üç veya dört haftada bir yeni eser çıkarır. Bu eserler umumiyetle uzun yıllar senelik temsil programlarında muhafaza edilir. Büyük Opera sahnelerinde ise hemen daima 30’dan fazla eser, derhal oynanmaya hazır bir halde, repertuvarda bulundurulur. Dram, yani tiyatro kısmında da bu rakam 20’den aşağı düşmez. Operetler için de her mevsim 10-15 arasındadır.
Bununla beraber kadroları Ankara Devlet Tiyatrosu'nunkinden pek fazla değildir. Buna mukabil idare ve Teknik atelyeler çok daha geniş bir personele sahiptir. Bu suretle sanatkârların faaliyeti, en küçük bir kayba meydan verilmeden kıymetlendirilmektedir.
Sanatkâr ücretleri, ortalama 500 ile 1.500 mark arasındadır. (333 – 1.000 lira). Mesleğe yeni girenlerle büyük yıldızların aldıkları ücretler şüphesiz bu hadlerin dışında kalır.
 
Harp yılları içinde yıkılmış olan Alman tiyatroları yeniden inşa edilmiş midir ve bu iş nasıl gerçekleştirilmiştir?
Harp içinde yıkılmış olan tiyatrolarımızın çoğu, numune olacak şekilde yeniden inşa edilmiştir. Bu tiyatroların yeniden inşası için Devlet ve Belediyeler paraca büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Bu da Almanya'da Tiyatro'ya bir kültür müessesesi olarak ne kadar ehemmiyet verildiğini gösterir.
 
Yarasa opereti Almanya'da tahsisatlı tiyatrolarda da oynanır mı?
Yarasa opereti, klasik bir operet olarak, Avrupa repertuvarı içinde standart eserlerden biridir. Almanya'da hiçbir resmi tiyatro yoktur ki bu eseri programına almakta en ufak bir tereddüt göstersin.
 
Memleketimizde ne kadar kalmak niyet ve arzusundasınız?
Türkiye'de, Devlet Tiyatrosunda yapmayı düşündüğüm şeylerin gerçekleştirilmesi, tespit edilen gayelere ulaşılması için mevcudiyetim ve çalışmalarım, her iki tarafa, bir mana ifade ettiği müddetçe kalmak niyetindeyim.
Vakit hayli ilerlemişti. Yönetim Kurulu toplantısına gitmeğe hazırlanan değerli sanatkâra teşekkür ederek ayrıldık. [Lütfi Ay]

Bu mevsim başında büyük bir muvaffakiyet kazanan “Tosca”dan bir sahne


UNKNOWN MAGAZINE                                           
1952 January

Rigoletto bizde, dekor, reji, ses ve artistlerin rollerini adeta yaşamaları bakımından Avrupa’dakilerine kat kat faik olduğu gibi tam manasıyla da mükemmeldi.

Hâlâ temsiline devam edilen Tosca’ya gelince: İki defa Savni - Leylâ çifti ile seyrettiğim bu operanın (30.12.951 pazar matinesi) temsilinde Sainte Ange şatosunun burçlarında cereyan eden üçüncü perde, en küçük bir falsoya rastlanmadan, pürüzsüz, arızasız oynanmıştır.


STATE OPERA MAGAZINE                                            
1958 December


Ünlü İtalyan bestecisi, “vérisme” çığırının parlak temsilcisi, Giacomo Puccini'nin 100. doğum yıl bu mevsim bütün İtalya'da ve dünyanın belli başlı müzik merkezlerinde törenlerle kutlandı, eserleri yeniden sahneye konularak temsil ve icra edildi. Bu münasebetle büyük bestecinin doğduğu küçük Lucca şehrinin belediyesi de onun adını taşıyan bir kitap yayımladı. G. Puccini'ye ait hatıralardan, eserlerine ve yabancı memleketlerde kazandığı başarılara ait inceleme yazılarından meydana getirilmiş olan bu güzel kitapta, Lûtfi Ay'dan istenmiş olan bir yazı da yer almıştır. Lütfi Ay'ın, operamızın doğuşunda ve gelişmesinde önemli bir yer tutan G. Puccini operalarının bizdeki temsilcilerini ele alan bu yazısının tercümesini okuyucularımıza sunuyoruz. [Lütfi Ay]
 
Giacomo Puccini adı Türk Operası'nın tarihinde önemli bir yer tutar. Çünkü onun eseri ve musikisi ile dünyaya gelmiştir.
Gerçekten de 1941 yılında, Ankara'da ilk Devlet Konservatuvarı mezunlarının verdikleri temsil, Türkiye'de, Türk diliyle verilen ilk opera temsili olmuş ve bu temsilde Lucca şehrinin ünlü bestecisinin Madama Butterfly’ı sahneye konulup icra edilmiştir.
Türk Operası'nın sesini duyurmakta bu kadar gecikmiş olmasına belki hayret edilecektir. Bu gecikme birçok sebeplerden ileri gelmiştir. Önce Batı müziği, ancak bir seçkinler topluluğunun, tanıdığı, meşgul olduğu bir müzikti; sonra muhafazakâr çevrelerin taassubu, bu müzik amatörlerinin kendilerini tamamıyla sevdikleri sanata vermelerine hiç elverişli değildi; hele Batı müziği üzerine öğretim ve eğitim yapan bir Konservatuvarın olmayışı Türk müzisyenleriyle şantörlerinin bu alanda meslekî bilgiler edinerek yetişmelerini imkânsız kılıyordu.
Bütün bu engellerin ortadan kaldırılması ancak Cumhuriyet devrinde, Yeni Türkiye'nin kurucusu büyük Atatürk’ün direktifleri sayesinde mümkün oldu. Yeni nesilleri polifonik müziğe daha iyi alıştırmak için, 1936 da, bir Devlet Konservatuvarı kuruldu ve Türk Operasının ilk solistleri, göz açıp kapayacak kadar kısa bir zaman içinde, ünlü Alman tiyatro adamı Prof. Carl Ebert tarafından, orada yetiştirildiler. O şekildeki, 1941 de, Devlet Operası'nın faaliyete geçmesinden çok önce, Türk seyircisi önünde Madama Butterfly’ı temsil ve icra etmeğe muvaffak oldular.
Bu ilk opera temsilini nasıl bir merak ve heyecan içinde görmeğe gittiğimizi, sonra tiyatrodan nasıl bir gönül rahatlığı içinde, mesut ve bahtiyar çıktığımızı hâlâ unutamam. Bu ilk Madama Butterfly temsili musiki hayatımızın gelişmesi içinde bir dönüm noktası olmuş ve genç şantörlerimizle müzisyenlerimizin, o güne kadar kendileri için yaklaşılması bile imkânsız sayılan bir alanda, kabiliyet ve istidatlarını pekâlâ deneyebilecek kudrette olduklarını ispat etmişti.
Madama Butterfly 1941 de, bu şartlar içinde temsil edildi ve derhal büyük bir başarı kazandı. Eseri sahneye çıkarmış olan Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi, üst üste birçok defa temsil etmek zorunda kaldı.
G. Puccini’nin eseri, ilk temsilinde, bizzat Prof. Carl Ebert tarafından sahneye konulmuş, dekor ve kostümlerini Turgut Zaim, Arif Kaptan ve Tarık Levendoğlu çizmişlerdi. Livre'nin tercümesi, Ferit Alnar, Necil Kâim Akses, C. Emrem ve Cevat Memduh Altar'dan müteşekkil bir müzisyen ve müzikologlar grubu tarafından yapılmıştı. Orkestrayı Ferit Alnar idare etmişti.
Başrollerde Mesude Çağlayan (Cio-Cio San), Necdet Demir (Suzuki), Ayda Gün (F. B. Pinkerton), Orhan Günek (Prens Yamadori) ve rahmetli Nurullah Şevket Tuskers (Bonzo Amca) büyük başarılar kazanmışlardı. Bilhassa güzel sesi, kusursuz oyunuyla Cio-Cio San rolünü duyarak canlandırmış olan Mesude Çağlayan seyirciler tarafından uzun uzun alkışlanmıştı. .
Madama Butterfly  G. Puccini'nin lirik sahnemizde büyük başarı kazanan tek eseri olmadı.
1942 de, bir yıllık bir fasıladan sonra, Prof. Carl Ebert'in sanat idaresi altında çalışmaya devam eden Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi Tosca operasının ikinci perdesini verdi. Eserin en dramatik bölümünü teşkil eden bu perdenin temsili de Semiha Berksoy (Floria Tosca) ile rahmetli Nurullah Şevket Taşkıran (Baron Scarpia)'ın stajlarını Almanya'da yapmış, yabancı sahnelerde de kabiliyetlerini denemiş olarak yurda henüz dönmüş olan bu iki seçkin sanatçının, ses ve oyun kudretleri sayesinde geniş bir ilgi toplamıştı.
Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi, 1945 de, G. Puccini’nin bir başka operasını daha sahneye koydu ve bu sefer tamamını oynadı: La Boheme.
Hocası Prof. Carl Ebert'in idaresi altında Ertuğrul İlgin’in sahneye koyduğu, dekor ve idare ettiği La Boheme'in kostümlerini Turgut Zaim'in çizdiği ve Maestro Ferit Alnar'ın kazandığı başarı da Madama Butterfly’ın kazandığı başarıdan daha az parlak olmadı.
Başlıca roller için Ayhan Aydan (Mimi), Rebia Erler (Musette), Aydın Gün (Rodolphe), Vedat Gürten (Marcel), Ali Köpük (Schaunard), Hilmi Girginkoç (Colline) gibi sanatçıların şahsiyetlerinde mükemmel temsilciler bulunmuştu. Livre'nin tercümesi Halil Bedi Yönetken'le Ulvi Cemal Erkin ve rahmetli Nurullah Şevket Taşkıran tarafından yapılmıştı.
G. Puccini'nin realist ve romantik, canlı ve melodili müziği, daha ilk temaslarda, Türk seyircisini büyülemiş ve bu yeni seyirci topluluğu ile eserleri arasında hissî bir bağ kurmuştu.
Bu bağ Devlet Operasının kuruluşundan sonra, G. Puccini’nin eserleri tekrar sahneye konulduğu zaman, daha iyi belirdi. Halk bu eserlerden birinin temsil edileceğini ilânlardan öğrenir öğrenmez gişelerin önünü dolduruyordu. Madama Butterfly ile La Boheme'in en meşhur melodileri hemen hemen herkesin ağzındaydı.
Bu sıralarda, G. Puccini operalarının gördüğü rağbet üzerine, Devlet Operası, 1952 de, Tatbikat Sahnesi'nin evvelce yalnız ikinci perdesini temsil etmiş olduğu, La Tosca’yı sahneye koymaya karar verdi.
La Tosca'nın, tam olarak, sahneye koyma işi Vedat Gürten'e, başlıca roller de Leylâ Gencer, Belkis Aran (Floria Tosca), Süleyman Güler, Nihat Kızıltan (Mario Cavaradossi), Vedat Gürten, Nevzat Karatekin (Baron Scarpia) gibi değerli sanatçılara verildi. Livre Mo. Ferit Alnar tarafından tercüme edilmişti.
La Tosca'nın ilk temsili bir sanat hâ isesi oldu. Sanatçılarımızın güzel sesleri ve kusursuz oyunları, Sabih Kayan'ın çizdiği dekorlarla kostümlerin göz alıcı ihtişamı, Orkestra ile Koromuzun, Mo. Ferit Alnar, Dr. Hans Hoerner ve Adolfo Camozzo gibi değerli şeflerin idaresinde elde ettiği üstün müzik kalitesi, seyirciyi teshir etti. La Tosca aylarca afişte kaldı.
Böylece, on yıl gibi kısa bir zaman içinde, Türk Operası öyle bir seviyeye yükselmişti ki repertuvarın en güç, en nazik eserlerinden birini, on yıl önce ancak bir perdesini çıkarabildiği bir eseri, şimdi tam olarak sahneye koyup temsil ve icra edebiliyordu.

STATE OPERA MAGAZINE                                            
1960 January

BİZDE OPERA

(1948-1960)

Bizde mazisi henüz çok yeni olan Operamız Batı anlamıyla çalışarak bugüne kadar birçok eserler vermiştir.

1948-1949 Opera Mevsiminde: Palyaço (30), Carmen (7), Madama Butterfly (5) defa temsil edilerek opera mevsimimiz başlamıştır.

1950-1951 Opera Mevsiminde: Rigoletto (34), Tiefland (16)

1951-1952 Opera Mevsiminde: Tosca (32), Yarasa (24), Fidelio (8)

1952 1953 Opera Mevsiminde Konsolos (26), Sevda İksiri (24), Kerem (22)

1953-1954 Opera Mevsiminde: La Traviata (10), Madama Butterfly (4), Cosi fan tutte (22). Lucia di Lammermoor (21), Yugoslav Balesi (3), Oratoryo (Atatürk) (2)

1954-1955 Opera Mevsiminde: Konsolos (4), Tosca (7), Manon (12), Sevil Berberi (11), Il Trovatore (11), Tebessümler Diyarı (15), Hoffman’ın Masalları (6)

1955-1956 Opera Mevsiminde: Rigoletto (7), Paganini (28), Maskeli Balo (11), Don Pasquale (13), Telefon & Medyum (9), Cavalleria Rusticana & Palyaço (8), Don Juan (9), La Traviata (10), Satılmış Nişanlı (7)

1956-1957 Opera Mevsiminde: Satılmış Nişanlı (9), La Boheme (19), Fakir Talebe (13), Carmen (11), Van Gogh (9), La Traviata (13), La Sonnambula (5), Rigoletto (3)

1957-1958 Opera Mevsiminde: La Sonnambula (9), Il Boccacio (23), Cosi fan tutte (7), Sevil Berberi (40), Aida (19), Faust (3)

1958-1959 Opera Mevsiminde: Faust (27), Akıllı Kız (18), Van Gogh (11), Lucia di Lammermoor (16), Turandot (20), Madama Butterfly (8) defa temsil edilerek

1959-1960 Opera Mevsimine Madama Butterfly, Saraydan Kız Kaçırma operası ile girilmiştir.

Sizleri, 1960 yılının ilk eseri olan Salomé operasıyla baş başa bırakır, iyi ve mesut yıllar dileriz, muhterem seyirciler.