RECITAL – ISTANBUL
Hagia Eirene Museum
24† June 1974
II. ISTANBUL INTERNATIONAL FESTIVAL
Leyla Gencer soprano
Marcello Guerrini piano
Schumann Frauenliebe und Leben, op 42 Seit ich ihn
gesehen
Schumann Frauenliebe und Leben, op 42 Süßer Freund,
du blickest mich verwundert anSchumann Frauenliebe und Leben, op 42 Er, der Herrlichste von allen
Schumann Frauenliebe und Leben, op 42 Nun hast du mir den ersten Schmerz getan
Chopin Polish Songs op.74 No.1 Zyczenie (The Wish)
Chopin Polish Songs op.74 No.2 Wiosna (Spring)
Chopin Polish Songs op.74 No.10 Wojak (The Warrior)
Chopin Polish Songs op.74 No.19 Dumka (Reverie)
Bellini Composizioni da Camera Il fervido desidero Arietta
Bellini Composizioni da Camera Dolente immagine di Fille mia Arietta
Bellini Composizioni da Camera Vaga luna, che inargenti Romance
Bellini Composizioni da Camera Ma rendi pur concento Arietta
Donizetti Amor, mio nume, eccomi a’ piedituoi
Donizetti Le billet doux
Donizetti A mezzanotte
Donizetti La mere et l’enfant
† Recording date
DOSTLAR ARASINDA
Franco Lorenzo ARRUGA
Geniş ve sihirli sahnelerin pelerinlerinden, tahtlarından, kişilerinden ve eski zamanların büyülü havasından sıyrılarak şarkılaştırılmış şiirlerin sunulduğu bu olağanüstü toplantıda Leylâ Gencer neyi ifade etmek istiyor? Bir kültür hareketini mi? Ancak yazarlarının büyüklüğü ile sağlanabilen, böylesine ayrı fikirlerin ve üslupların, unutulamayacak kadar güzel dakikaların birbirlerine yaklaştırılması sanat ve tarih gerçekleri üzerinde düşünmeye alışık olanları ilgisiz bırakmayacağı için, belki! Bir fantezi mi? Belki! Şan'ın kendisine has özelliklerini ifade edebilme gücü ile bir partisyonda gözlerden kaçabilen o küçücük cümle ile müzik aşinalarını ağlatmayı bilen şan sanatçılarının en başarılarından biri olan Leylâ Gencer, seçtiği türün metinleri önünde stili ile yepyeni buluşlar sunacağı için mümkün! Şarkı söylemek ve dinlemekten başka bir şeyin düşünülmediği, hatta olmadık saatlerde böylesine kendiliğinden ortaya çıkmış yoğun ve tekrarı güç gecelere katılmaları için arkadaşların telefonla arandığı, partisyonların alınıp geç vakitlere kadar okunduğu bir gece mi? Mümkün! Çünkü bu programın tüm eserlerinin, kişisel ve bağımsız seçiminin nedeni, yorumuna, müzik tutkusuna, kavramına, duyma zevkine aynı hislerle ortak olanları arama arzusudur. Fakat bütün bunlar biraz kendiliğinden, üzerine düşülmeden oluşur. Nefes almanın, insanlar ile karşılaşmanın bir hayat gereği oluşu gibi.
Peki öyleyse, şiirleri ve şarkıları ile bu yeni Leyla Gencer'in yapmak istediği nedir? Her şeyden fazla Avrupalı romantiklerin en doğru yoldan, en basit şekilde, iç dünyalarına girmek, kendisi ile aramızda samimi, yalnız sanatla, zekâyla, karşılıklı bir konuşma yaratmağa davet etmek! Bunun için gece, ince, hisli, rikkatli Robert Schumann'ın aşkının büyüsünü, zevkini, gözyaşlarını ve yalnızlığını esindiren ince zevklerle bezenmiş dört eseriyle başlar. 1840 yıllarında yazılmış olan bu eserler, önceden başlanmış bir konuşmanın devamı imiş gibi bir cümle ile başlar. Bu tarza, ancak söylenmiş olan kelimeler üzerinde değişken armoniler, nüanslardan yapılı ve kelimeden oluşan ve her türlü yaşantıya katılan, kaybolmuş bir mutluluğun sırrını taşıyanın itirafları ile yüklü bir ruhun meydana getirdiği yoğun renkler... ve artık kelimelerin söyleyemediklerini tek başına bitiren piyanonun sesi. Yine Schumann ile aynı zamanlarda yaşamış Frederic Chopin'in ölümünden sonra bulunmuş kısa yaşamının ürünlerinden olan eserleri ile devam eder Leylâ Gencer. Burada besteciyi, Polonezlerin büyük, virtuozist ve hatta biraz da gösterişli Chopin'i olarak değil de genç kızın doğaya uzanmasını, çoban kızının ilkbaharı hissederek yöresinin hüzünlü türküsünü tutturmasını, savaşa yönelmiş atların hayali dörtnala gidişlerini canlandırıp kalbi heyecanlandıran ve neredeyse halk şarkılarına benzeyen Polonya melodilerini esinlendiren basit ve daha hafif bir Chopin olarak görmekteyiz. Fakat bütün inceliği, cümlelerin net dönüşmesi ve titrek bir melankoli içindeki son şarkı, uzaktaki bir huzuru ve gizli bir endişeyi dile getiren bir sone, bir prelüd gibi saf ve yoğundur.
Bundan sonra daha teatral, yine de ifade güçleri ile seyirciyi heyecanlandırmamaya dikkat eden iki kişinin karşılıklı olarak dertleşmesinin ifadesi olan ve bir lied'in sınırlarını aşmayan ve sanatçının çok sevdiği İtalyan operacıları gelmektedir. Başlangıçta bunlar, sanki bir modanın kendine özgü kompozisyonlarına benzerler. Oysa yavaş yavaş değinilip geçilen, söylenmemiş şeylerin anlamı duyulmağa başlar, sanki Vincenzo Bellini, Gaetano Donizetti bizlere operalarının sakladıkları fantezi, buluş ve duyguları, çalışmalarının gizli notlarını sunarmışçasına..., örneğin Bellini'nin «Vaga luna che inargenti»sindeki o uzun, bitmeyecekmiş gibi, ürpertili melodisindeki mezürlerin akışı, «Meine Liebe»deki enterval'lerin açılışı ve ani toplanışı, doğa, sevgi ve tarihi özünde toplayan şarkıdaki kelimeler gibi. Bu eserlerin bestelendiği tarihler belli değildir. Bellini için 1830 başları, Donizetti için ise bu tarihin biraz öncesi kabul edilir. Fakat bu o kadar önemli değil. Asıl önemli olan büyük bir ressamın çizdiği eskizin her birimiz üzerinde bıraktığı derin, çekici, izler gibi bizi etkilemesidir.
Franz Liszt, gerçekte ise Liszt ve Francesco Petrarca'nın uyumu ile son bulur Leylâ Gencer'in gecesi. Orta çağın ünlü ve büyük İtalyan ozanının eserlerini Liszt, bir nevi resitatif eleştiri olarak sunmuştur; tıpkı müzik aracılığı ile şiirin ruhunun aktarılması gibi. 1833'te Liszt'in bestelediği bu müzikte, romantik çağın olgunluğuna varan kişinin bütün bilinci mevcuttur, kelimenin ifade etmek istediğini piyano ile, cümlenin heyecanını müzikle birleştirme yoluyla yansıtabileceğini bilen kişi gibi. 19. yüzyılda Petrarca'yı müzik dünyası dışında bu kadar güzel, bu kadar zengin, böylesine inandırıcı şekilde anlamasını bilenler pek azdır. İşte Leylâ Gencer, bizden, hafif ve duygulu bir şan parçasını dostça paylaşılması gereken bir armağan gibi sunarak ayrılıyor.
Ama daha yakın olmamızı isteyen Leyla Gencer bu kısa müzik ve söz beraberliği ile bizlere neyi anlatmak istiyor? Ufak şeylere yansıyan gerçeğin eski öyküsünü... bir anda bütün evreni kavrayabileceğimizi ve onu sevebileceğimizi... Çünkü bu programda, romantiklerin de söylemek istedikleri budur. Yani gerçekte olanlara katılmak, onları olduğu gibi anlamak ve ifade edilmesi istenen motifle bağlantıyı kurmak. İşte onlar gibi romantik olan Leylâ Gencer ülkeler, yıllar, stiller ve konular boyunca bir lied sıcaklığı ile bunların arasından geçmektedir: bir düşünce ve ışık izi bırakarak.
LEYLA GENCER
BÜLENT TARCAN
DOSTLAR ARASINDA
Franco Lorenzo ARRUGA
Geniş ve sihirli sahnelerin pelerinlerinden, tahtlarından, kişilerinden ve eski zamanların büyülü havasından sıyrılarak şarkılaştırılmış şiirlerin sunulduğu bu olağanüstü toplantıda Leylâ Gencer neyi ifade etmek istiyor? Bir kültür hareketini mi? Ancak yazarlarının büyüklüğü ile sağlanabilen, böylesine ayrı fikirlerin ve üslupların, unutulamayacak kadar güzel dakikaların birbirlerine yaklaştırılması sanat ve tarih gerçekleri üzerinde düşünmeye alışık olanları ilgisiz bırakmayacağı için, belki! Bir fantezi mi? Belki! Şan'ın kendisine has özelliklerini ifade edebilme gücü ile bir partisyonda gözlerden kaçabilen o küçücük cümle ile müzik aşinalarını ağlatmayı bilen şan sanatçılarının en başarılarından biri olan Leylâ Gencer, seçtiği türün metinleri önünde stili ile yepyeni buluşlar sunacağı için mümkün! Şarkı söylemek ve dinlemekten başka bir şeyin düşünülmediği, hatta olmadık saatlerde böylesine kendiliğinden ortaya çıkmış yoğun ve tekrarı güç gecelere katılmaları için arkadaşların telefonla arandığı, partisyonların alınıp geç vakitlere kadar okunduğu bir gece mi? Mümkün! Çünkü bu programın tüm eserlerinin, kişisel ve bağımsız seçiminin nedeni, yorumuna, müzik tutkusuna, kavramına, duyma zevkine aynı hislerle ortak olanları arama arzusudur. Fakat bütün bunlar biraz kendiliğinden, üzerine düşülmeden oluşur. Nefes almanın, insanlar ile karşılaşmanın bir hayat gereği oluşu gibi.
Peki öyleyse, şiirleri ve şarkıları ile bu yeni Leyla Gencer'in yapmak istediği nedir? Her şeyden fazla Avrupalı romantiklerin en doğru yoldan, en basit şekilde, iç dünyalarına girmek, kendisi ile aramızda samimi, yalnız sanatla, zekâyla, karşılıklı bir konuşma yaratmağa davet etmek! Bunun için gece, ince, hisli, rikkatli Robert Schumann'ın aşkının büyüsünü, zevkini, gözyaşlarını ve yalnızlığını esindiren ince zevklerle bezenmiş dört eseriyle başlar. 1840 yıllarında yazılmış olan bu eserler, önceden başlanmış bir konuşmanın devamı imiş gibi bir cümle ile başlar. Bu tarza, ancak söylenmiş olan kelimeler üzerinde değişken armoniler, nüanslardan yapılı ve kelimeden oluşan ve her türlü yaşantıya katılan, kaybolmuş bir mutluluğun sırrını taşıyanın itirafları ile yüklü bir ruhun meydana getirdiği yoğun renkler... ve artık kelimelerin söyleyemediklerini tek başına bitiren piyanonun sesi. Yine Schumann ile aynı zamanlarda yaşamış Frederic Chopin'in ölümünden sonra bulunmuş kısa yaşamının ürünlerinden olan eserleri ile devam eder Leylâ Gencer. Burada besteciyi, Polonezlerin büyük, virtuozist ve hatta biraz da gösterişli Chopin'i olarak değil de genç kızın doğaya uzanmasını, çoban kızının ilkbaharı hissederek yöresinin hüzünlü türküsünü tutturmasını, savaşa yönelmiş atların hayali dörtnala gidişlerini canlandırıp kalbi heyecanlandıran ve neredeyse halk şarkılarına benzeyen Polonya melodilerini esinlendiren basit ve daha hafif bir Chopin olarak görmekteyiz. Fakat bütün inceliği, cümlelerin net dönüşmesi ve titrek bir melankoli içindeki son şarkı, uzaktaki bir huzuru ve gizli bir endişeyi dile getiren bir sone, bir prelüd gibi saf ve yoğundur.
Bundan sonra daha teatral, yine de ifade güçleri ile seyirciyi heyecanlandırmamaya dikkat eden iki kişinin karşılıklı olarak dertleşmesinin ifadesi olan ve bir lied'in sınırlarını aşmayan ve sanatçının çok sevdiği İtalyan operacıları gelmektedir. Başlangıçta bunlar, sanki bir modanın kendine özgü kompozisyonlarına benzerler. Oysa yavaş yavaş değinilip geçilen, söylenmemiş şeylerin anlamı duyulmağa başlar, sanki Vincenzo Bellini, Gaetano Donizetti bizlere operalarının sakladıkları fantezi, buluş ve duyguları, çalışmalarının gizli notlarını sunarmışçasına..., örneğin Bellini'nin «Vaga luna che inargenti»sindeki o uzun, bitmeyecekmiş gibi, ürpertili melodisindeki mezürlerin akışı, «Meine Liebe»deki enterval'lerin açılışı ve ani toplanışı, doğa, sevgi ve tarihi özünde toplayan şarkıdaki kelimeler gibi. Bu eserlerin bestelendiği tarihler belli değildir. Bellini için 1830 başları, Donizetti için ise bu tarihin biraz öncesi kabul edilir. Fakat bu o kadar önemli değil. Asıl önemli olan büyük bir ressamın çizdiği eskizin her birimiz üzerinde bıraktığı derin, çekici, izler gibi bizi etkilemesidir.
Franz Liszt, gerçekte ise Liszt ve Francesco Petrarca'nın uyumu ile son bulur Leylâ Gencer'in gecesi. Orta çağın ünlü ve büyük İtalyan ozanının eserlerini Liszt, bir nevi resitatif eleştiri olarak sunmuştur; tıpkı müzik aracılığı ile şiirin ruhunun aktarılması gibi. 1833'te Liszt'in bestelediği bu müzikte, romantik çağın olgunluğuna varan kişinin bütün bilinci mevcuttur, kelimenin ifade etmek istediğini piyano ile, cümlenin heyecanını müzikle birleştirme yoluyla yansıtabileceğini bilen kişi gibi. 19. yüzyılda Petrarca'yı müzik dünyası dışında bu kadar güzel, bu kadar zengin, böylesine inandırıcı şekilde anlamasını bilenler pek azdır. İşte Leylâ Gencer, bizden, hafif ve duygulu bir şan parçasını dostça paylaşılması gereken bir armağan gibi sunarak ayrılıyor.
Ama daha yakın olmamızı isteyen Leyla Gencer bu kısa müzik ve söz beraberliği ile bizlere neyi anlatmak istiyor? Ufak şeylere yansıyan gerçeğin eski öyküsünü... bir anda bütün evreni kavrayabileceğimizi ve onu sevebileceğimizi... Çünkü bu programda, romantiklerin de söylemek istedikleri budur. Yani gerçekte olanlara katılmak, onları olduğu gibi anlamak ve ifade edilmesi istenen motifle bağlantıyı kurmak. İşte onlar gibi romantik olan Leylâ Gencer ülkeler, yıllar, stiller ve konular boyunca bir lied sıcaklığı ile bunların arasından geçmektedir: bir düşünce ve ışık izi bırakarak.
Lirik sanatın bu büyük siması, dünya çapındaki ses sanatçıları içinde, çağımızın ünlü bir sopranosu olarak yer alıyor. Leylâ Gencer, nadir kaliteli ve üstün imkânlarla dolu sesini, büyüleyici kadınlığı ve zekâsını katarak elde ettiği sahne kişiliği ile bir araya getirmesi sayesinde oynadığı her eserin dişi kahramanını tüm özellikleri ile yeni baştan yaratanlardandır. Ses ve oyun onda birbirine bağlı, çözülemeyen bir bütündür. Violetta'yı söylerken karşımıza 1840 salonlarının Marie Duplessis'ini getirir. Lucia'yı oynarken, Walther Scott'un acıklı dramının kurbanı ile birlikte karanlık İskoç şatolarının kâbuslu havasına sürükleniriz. Bakışları ile celladını bile, palasını saklamaya mecbur eden acıklı bakışlarıyla Anna Bolena olarak sizi iliklerinize kadar titretir. Opera sahnesindeki Leylâ Gencer, işte böylesine güçlü bir sanatçıdır.
Konserdeki Leylâ ise karşımıza bütün bunlardan sıyrılan ideal bir müzik yorumcusu olarak çıkar. Bu müstesna ses, bir Schubert, bir Schumann veya Fauré'nin gözlerimize uğramadan gönlümüze, ruhumuza inen sanatının en samimi ileticisidir şimdi.
Gencer, başarılı kariyerini önce İtalya'ya giderek çeşitli opera topluluklarında baş rollere katılma yolu ile açtı ve daha sonra da çalışmalarını tümü ile yurt dışındaki sahnelere aktararak arak dünyanın en tanınmış operalarında istenen bir seviyeye yükseltti. Scala di Milano, Napoli, San Carlo, Roma operaları gibi İtalyan sahnelerinden başka, Birleşik Devletler, Sovyetler Birliği, Viyana, Paris, Hollanda, Batı Almanya ve İngiltere'nin büyük operalarında oynadığı başrolleri olağanüstü bir sanat gücü ile başaran Gencer, bugün çağımızın ismi unutulmayacak sopranoları arasın- da yer almış bulunuyor.
Opera sanatçısı ve kantatris Leylâ Gencer'in önemli bir yönü daha var: O, geçen yüzyılın, Pasta, Malibran, Grisi gibi, sesleri sayesinde dinlenebilen ve zorlukları yüzünden bu sanatçılarla beraber rampa'dan çekilen «bel canto» eserlerini, kudret ve kabiliyeti sayesinde yeniden diriltmiştir. Scala'nın ünlü hocası maestro Piazza, Sofya'daki bir opera konkurunda, Leyla'nın Anna Bolena'daki başarı- sını duyar duymaz, bana, «bu operayı ancak Leylâ diriltebilirdi» demiş ve ona hemen bir tebrik telgrafı çekmişti.
Ünlü Türk sopranosu Leylâ bugün İtalya'da yaşıyor. Yurdundan arada bir kuyruklu yıldız gibi geçer. Yakın bir tarihte büyük Floransa operasının açılışını yapmış ve o zor beğenen şımarık ortamın en çetin eleştiricilerinin hayranlığını kazanmıştır. Ona, opera mecnunlarının biricik Leyla'sı demekle gerçeği söylemiş olacağız.
BÜLENT TARCAN
with Suphi Ayvaz and Aydın Gün General Manager of the IFCA |
INVITATION LETTER FROM MR. AYDIN GÜN, GENERAL MANAGER OF IFCA TO GENCER
17 January 1974
ACKNOWLEDMENT LETTER FROM MR. AYDIN GÜN, GENERAL MANAGER OF IFCA TO GENCER
25 July 1974
MİLLİYET ART MAGAZINE
1974.05.24
MİLLİYET ART MAGAZINE
1974.07.05