LA TRAVIATA

Giuseppe Verdi (1813 - 1901)
Opera in three acts in Italian [Sung in Turkish]
Libretto: Francesco Maria Piave after Alexander Duma’s play La Dame aux Camélias
Premièr at Teatro la Fenice, Venice – 6 March 1853
19 May 1956
State Opera and Ballet, Ankara

PRIVATE OPERA PERFORMANCE FOR THE HONOUR OF THEIR EMPERIAL MAJESTIES MOHAMMED REZA PAHLAVI AND EMPRESS SORAYA

Conductor: Ferid Alnar
Chorus master: Domenico Trizio 
Stage director: Vedat Gürten
Scene and costumes: Ulrich Damrau
 
Alfredo Germont lover of Violetta DOĞAN ONAT tenor
Giorgio Germont his father FİKRET KUNTAY/RIFKI AR baritone
Gastone de Letorieres a young man about town NURİ TÜRKAN tenor
Baron Douphol a rival of Alfredo NEVZAT KARATEKİN baritone
Dr. Grenvil HİLMİ GİRGİNKOÇ bass
Marchese d’Obigny AYHAN BARAN bass
Giuseppe servant to Violetta EDİP AKTUGAN tenor
Violetta Valery a courtesan LEYLA GENCER soprano
Flora Bervoix her friend BEHİRE ÖZOZAN mezzo-soprano
Annina Violetta’s confident and maid HİKMET SESAR soprano
Dancers: Fezal Esmen/Engin Akoğul
 
Time: 1850
Place: Paris and vicinity

Arrival of Mohammed Reza Pahlavi and Soraya























RAPOR NEWSPAPER
1956.04.24
UNSIGNED CRITIC
 
Opera
 
Sevda Aydan elindeki notaları hırsla fırlattı: Bu kadarı olmaz, biraz insaf lazım dedi.
Operanın genç ve değerli sopranosu kızmakta haklıydı. Bütün sezon boyunca en ağır vazifeyi görmüş, fakat tam zamanında ekarte edilmişti. İran Şahı ve Kraliçesi şereflerine hazırlanan programda La Traviata operasının Leyla Gencer tarafından oynanması ileri sürülmüş ve bu fikir hiçbir itiraza uğramaksınız kabul edilmişti. Oysaki La Traviata’yı bu mevsim en başarılı oynayan Sevda Aydan idi. Prömiyerde, ikinci temsilde ve müteakip temsillerde halk hep Sevda’yı alkışlamış ve onun sanatını takdir etmişlerdi. Bu ismin hemen ardından Suna Korad gelirdi. Daha doğrusu onun gelmesi lazımdı. Çünkü Suna’da bu eseri sürükleyip götürmüş pek çok kimseleri kendine hayran bırakmıştı. Bu opera için, bahusus böyle fevkalade bir temsil için Leyla Gencer en son akla gelen bir isimdi. Fakat emir baladan gelmiş, mesullerde durumu tavzihten çekinmişlerdi. Şah ve Kraliçe şereflerine verilecek temsilde Sevda Aydan ile Suna Korad’ın bir kenara bırakılıp Leyla Gencer’den medet umulmasında esasen bir fayda yoktur. Zaten Leyla Gencer son temsillerinde bir hayli düşük sesle sahnede gözükmekte idi. Bu durum kendisinden çok etrafındakileri endişeye sevk ediyordu.
Leyla, di Ferdinando isimli bir zat tarafından radyo konseri vermek üzere İtalya’ya götürülmüş, bundan sonra o memleket kendisine daha cazip gelmeye başlamıştı. O sıralarda zaten Avrupa’da bir soprano buhranı vardı. Bu bakımdan Gencer el üstünde tutuldu ve kısa bir zamanda popüler bir sanatçı oluverdi. Madalyonun aksi tarafı böyle değildi. Şayet, İtalya’ya götürülen Leyla olmayıp mesela Suna veya bir başkası olsaydı o da şüphesiz daha esaslı bir şöhret yapabilirdi. Bugün dahi operada gerek ses gerek sahne bakımından Leyla’dan üstün sopranolar mevcuttur. Vaziyet böyle iken Leyla’nın mühim bir gece için hatırlanması elbette diğer sanatkarları üzerdi. Nitekim az da olsa bir memnuniyetsizlik Sevda Aydan’dan sadır olmuştu. Hadiseden haberdar olan idareciler sadece istikbale muzaf vaatlerde bulundular.
Bu durum da gösteriyor ki artık Devlet Tiyatrosu’nda işe değil şahıslara kıymet veriliyor.

ULUS DAILY NEWSPAPER

1956.05.01
İLHAN MİMAROĞLU
Rapor Gazetesinin 1956.04.24 tarihli imzasın yayınlanan yazısına karşı yazılmış. 
 
Sanat ve Münekkit İtibarı
 
Musiki münekkitlerinin, ifade serbestliğine zarar vermeden, sanatkâr hissiyatına ve itibarına mümkün azami saygıyı göstermeleri her şeyden önce mesleğin- yani gazetecilik ve münekkitlik mesleğinin- menfaatiyle alakalıdır.
Bir musiki yazısında aranan vasıflardan biri de o yazının sahibinin, muayyen bir temsil veya konserin dışında sanatkarlarla olan şahsi münasebetlerinin gazete sütunlarına aksetmemiş olmasıdır. Münekkit mümkün olduğu kadar, onlarla yüzgöz olmaktan kaçınmalı, o muhitlerdeki dedikodulara, kıskançlıklara, çekememezliklere yazısında yer vermemeğe bakmalı, bunlar bir haber değeri taşıdıkları, zaman da ancak kullanılan dile ve kelimelere dikkat ederek, tarafsız davranışı feda etmeden olup bitenleri halka aksettirmelidir. Bu titizlik ihmal edildiğinde münekkit gazeteci ancak, bazı küçük menfaatlere alet olmuş, diğerlerinin zararlarına bazı sanatkarların tellallığını yapmış olur.  Ticari reklamcılık bile rakibi kötüleme yoluyla yapılmadığına göre benzer bir davranış, mahiyeti itibariyle daha asil bir saha olan sanatta da dikkate alınmalıdır. Aksi halde, gazeteciliğe olan güven sarsılır; basın ahlakı zedelenir. Tenkit etmeyin aleyhte yazmayın demiyorum. Her şeyin apaçık, lüzumunda en sert kelimelerle söylenmesi taraftarı olan birinden zaten böyle bir teklif beklenmez. Ancak bunu yaparken musiki münekkitliğinin cihanşümul usullerine ve teamüllerine riayeti elden bırakmamalıyız.
Bu mevzuu, Rapor Gazetesinin geçen haftaki sayısının Opera sütununda yer almış bir yazı açtı. İran Şahı şerefine verilen bir opera temsilinde başrolü alamayan soprano Sevda Aydan’ın müdafaası yapılmak istenmiş. Ama, role uygun görülen başka bir sanatkara Leyla Gencer’e yüklenmek suretiyle. Bu ara bir takım adet dışı, yersiz ve haksız mütalaalara da kaçılmış; Gencer’in Avrupa’daki başarısı, oralarda soprano buhranı olduğu içinmiş; İtalya’ya giden bir başkası olsaymış şüphesiz ki daha esaslı bir şöhret yapabilirmiş (bu iddia nasıl ispatlanabilir acaba?); hem böyle bir temsil için Leyla Gencer en son akla gelen isimmiş.
Herhalde böyle bir yazıya, bahis mevzuu role seçilmediği için gerçekten hiddetlenmiş olsa bile, asıl üzülen Sevda Aydan olmuştur.  Bir meslektaşının çiğnenmesi süratiyle ün kazanmanın vicdanlı bir sanatkarın ahlak telakkilerine uyacağını sanmıyorum. Maksadım Gencer’i müdafaa etmek, hatta şahıs üzerinde durmak değildir. Ortada bir tehlike var. Sanatı ve sanatkarı bu yönden ele almakla, bugün Leyla Gencer’in maruz kaldığı muamele, yarın da Sevda Aydan’ın yahut herhangi bir sanatkarın başına gelebilir. Zira kendi şahsi menfaatlerini daha ulvi ve daha asil maksatların üstünde tutanlar, basının kuvvetinden faydalanma zaafını gösterebilirler. Gazetecilerin bu gibi teşvikler karşısında tedbiri elden bırakmamaları, diğer taraftan da gazete naşirlerinin ve sekreterlerinin hele böyle hassas bahisleri mevzu edinen sütunları ve sayfaları, tarafsızlıklarından ve meslek tecrübelerinden emin oldukları şahıslara tevdi etmeleri şarttır.
Neyse ki bu kabil yazılar ancak tesadüf kabilinden karşımıza çıkıyor. Zaten Rapor Gazetesindeki o yazı tecrübeli bir gazetecinin, yetkili bir musiki münekkidinin değil dışarıdan birinin, bir yabancının kaleminden çıkmış olduğunu her cümlesinde hissettiriyordu. Kuruluş telaşı içinde olan bir gazetede böyle kazalar olabilir. Şu var ki, adı geçen gazetenin musiki kamıyla meşgul olma işini bu haftadan itibaren Bedii Sevin gibi rabıtalı bir münekkide verildiğini memnuniyetle müşahede ettik.